BİR İBRET NUMUNESİ: KARUN
KARUN: Bir yönüyle; ‘aşırı zenginliğin, ihtişamın, debdebeli, görkemli hayatın, varlıklı olmaktan kaynaklanan gurur ve şımarıklığın, azgınlığın, şükürsüzlüğün, isyanın, iftiranın, mürüvvetsizliğin, nankörlüğün, sadece dünya hayatını arzulamanın…’ simgesidir. Diğer bir yönüyle de; ‘Dünya servetlerinin, ihtişamın hiçbir işe yaramayıp, üstelik usulünce değerlendirilmediğinde ancak yok olmaya, mahvolmaya sebep olduğunun …’ ibretlik bir numunesidir.
Karun’un ibretlik hayatı, Kur’an-ı Kerim’in Kasas ve Ankebut Sureler’nde, Kıyamet’e kadar gelecek olan bütün insanların bilgisine sunulmuştur.
Önce Karun’u tanıyalım, kimdir Karun? Karun, Hz. Musa'nın kavminden idi ve onun zamanında yaşamıştı. (28/76) Hatta Hz. Musa’nın en yakınlarından birisi, amcası veya amcasının oğlu olduğu söylenir. Firavun nezdinde İsrailoğulları’nın temsilcisi olarak görev yaptığı rivayeti de vardır.
Aslında zeki ve kabiliyetli olan Karun, Hz Musa’ya, dolayısıyla Allah’a (cc) iman ettikten sonra bir süre kendisini ilim ve ibadete verdi. Hz. Musa ve Hz. Harun’dan sonra dini en iyi bilenlerdendi. Tevrat’ı en iyi okuyanlardan birisi de o idi. Uzun yıllar, normal ve sıradan bir hayat yaşadı. Ancak sonra sonra zaaflarının nüksetmesini fırsat bilen nefis ve şeytanı devreye girdi ve dünya malına olan meyli arttı.
Karun’un zengin olması: Mısır hükümdarı Firavun’un çağırdığı usta sihirbazlar Hz. Musa’nın gösterdiği mucizeler karşısında yenildikten sonra, şartlar İsrailoğulları’nın lehine dönüşür gibi oldu; İsrailoğulları’nın moralleri yükseldi, cesaretleri arttı, Hz. Musa’ya olan ilgi ve imanları fazlalaştı.
O güne kadar yiyip içmelerine, yatacakları yere kadar her şeylerine karışan Firavun’un zulmü altında inleyerek hayat geçiren İsrailoğulları için Allah yeni bir emirde bulundu: ‘-Ey Musa! Halkın için Mısır’da bazı evleri sığınak edinin ve o evlerinizi Firavun ve adamlarının fark edemeyeceği şekilde ibadet yerine dönüştürün ve namazda devamlı ve kararlı olun. Ey Musa! Dünya ve ahiret saadetini kazanmak isteyenler için, bu dediklerini yapan İnananları müjdele.’ ﴾10/87﴿ İsrailoğulları bu emre uymaya başladıklarından sonradır ki, küfür ve düşmanlığında ısrar eden Firavun ve kavminin üzerine birçok bela ve musibetler inerken, İsrailoğulları bunlardan uzak olarak normal hayatlarına devam edebilmişler, üstelik ev, mal mülk sahibi olmaya da başlamışlardı. İhtimal, Karun’da depreşen zengin olma isteği, bu ortamda ve etrafında varlıklı kimselerin yavaş yavaş çoğalması ile ilgili bulunabilir. Diğer taraftan Karun Firavun’un sarayına da yakın olmuş, oraya girip çıkmış, çevre edinmiş birisi olarak, saraydaki ihtişama da özenti duymuş olabilir.
Şu veya bu, nefis ve Şeytan tarihe geçecek bir eyleme imza atmışlar, o dindar Karun’da zengin olma, servet edinip ihtişamlı bir dünya hayatı sürme isteğini uyandırmışlardır.
Karun, Hz. Musa’ya karşı derinden derine hasetlik duysa da henüz araları iyi, yakınlıkları zirve noktasındaydı. O Hz. Musa’daki ayrıcalığı tabii ki görüyordu; O’nun Peygamberliğini onaylayanlardan, mucizelerine şahit olanlardan, dualarının Allah indinde kabul gördüğünü fark edenlerdendi. Daha fazla sabredemedi, niyetini kurdu, kararını verdi; Yeğeni veya amcasının oğlu Hz. Musa’dan, servet sahibi olmak için dua istedi.
Karun bu servet edinme işine o kadar çok heveslenmişti ki, Hz. Musa’nın caydırıcı tavsiyelerini ne dinledi, ne de duymak istedi. Hz. Musa da bu ısrarlı isteği kırmadı; onun servet sahibi olması için Allah’a (cc) dua etti. Dua kabul gördü ve Karun simya, yani çeşitli madenlerden altın elde etme ilmine vakıf oldu. Çok kısa bir zamanda çok çok varlıklı bir kişi durumuna geldi. Öyle ki; hazinelerinin sadece anahtarlarını bile güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kendisini büyük görüp, çevresindekilere zulmetmeye başlamıştı. (28/76)
Bu haliyle, Karun artık gelmiş geçmiş bütün zenginler arasında “zenginliğin sembolü” olarak anılır hale geldi; bu yönüyle şairlere, darb-ı mesellere, hikayelere, hitabelere…konu oldu.
Karun’un yeni hayatı: Karun için artık yepyeni ve ağır bir imtihan dönemi başlamıştı; saymakla bitmez, harcamakla tükenmez büyük bir servetin sahibi olan Karun bakalım ne yapacaktı. Serveti veren Allah’a (cc) hamd ve şükür edip, o şükrün bir tezahürü olarak ihtiyaç sahiplerinin ve bir hak davası yürüten Hz. Musa’nın yanında olup, destek vererek eski tevazuunu devam mı ettirecekti, yoksa, acaba nasıl bir tutum takınacaktı.
Aslında, eski arkadaşlarının ve yakın akrabalarının içinde bulunduğu ve gelişmeleri yakından görüp bilen kavminin akıllı ve basiretlileri ona şöyle demişlerdi: ‘-Karun sakın böbürlenip şımarma! Unutma ve iyi bil ki Allah böbürlenip şımarıkları sevmez. Allah'ın sana verdiğinden, ‘kendin için de faydalanma’ demek istemiyoruz, dünyadan da nasibini unutma. Ancak O'nun yolunda harcayarak ahiret yurdunda iyi bir yer tutmanın yolunu ara; Allah sana iyilik ettiği gibi, sen de insanlara iyilik et. Ve sakın yeryüzünde bozgunculuk, karışıklık çıkarmaya çalışma. Çünkü ve şüphesiz ki Allah bozguncuları sevmez.’ ﴾28/76-77﴿
Ama Karun, bu doğru sözlere kulak verecek yerde daha baştan kişiliğindeki bozukluğu ortaya koymuş, malından zekat vermesi gerektiğini hatırlatan ve kendisinin iyiliğini isteyen o yakınlarına ve Hz. Musa’ya karşı azgınlık edip şunları söyledi: ‘-O servet bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi’ Yüreğinde merhamet, ruhunda şefkat kalmadığı anlaşılan Karun’un bu küstahça sözleri Allah’ın (cc) hiddetine sebep olmuş olmalı ki; bu büyük densizlik üzerine Kur’an’da şu ayetin nazil olduğu görülmektedir: ‘(Karun) Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü ve ondan daha fazla servet toplamış nicelerini (kendilerini büyüklük duygusuna kaptırmaları yüzünden) yok etmişti. Ama şu var ki, suçluluğu kesinleşmiş olanlara (artık) günahlarından sual olunmaz.’ (28./78)
Azgınlaşan Karun, zenginleştikçe şükredip iyiliklere yönelme bir yana iyice cimrileşmeye, şımarıklığa, gurur ve mağrurluğa, ihtişamlı bir yaşantıya… yöneldi. Azgınlaştı. O ‘dindar insan’ artık bütün güzel ve nezih hasletlerini kaybetti.
Ve Karun içindeki Şeytan’ın dürtülerine bir kere daha yenik düşerek, tam bir gösteriş tutkusuna kapıldı. Derken, Karun,bütün ihtişamını gösterecek şekilde kavminin karşısına çıktı. (28./79) Nereye gitse altın sırmalı ve değerli taşlarla bezeli elbiselerini giyer, gösterişli ve süslü atlarına veya süslü atların çektiği göz alıcı arabalarına binerdi. Beraberinde de sandıklar içindeki servetinin bir bölümü ile hazin odalarının ve saraylarının anahtarlarını taşıyan, güçlü kuvvetli bir grup adamı olurdu. (28./76)
Onun bu ihtişamlı görüntüsü, işin ilerisini gerisini düşünemeyen halktan bazı kimseleri etkiliyor ve yalnızca dünya hayatını arzulayanların, ona bakıp da şöyle demelerine sebep oluyordu:
‘-Ah n’olurdu, Karun'a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı!’ ﴾28/79﴿ Bu ne dediğini bilmeyenlere karşılık, kavmin içindeki; kendilerine doğru ve güvenilir bilgi verilmiş olanlar ise şöyle derlerdi: ‘-Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapan dürüst ve erdemli kişiler için Allah'ın hoş karşılayıp tasvip ettiği şeyler daha üstündür. Ona da ancak Karun gibi gösteriş hastaları, şımaranlar ve ona özeneneler değil sabredip güçlüklere göğüs gerenler kavuşabilir.’ ﴾28/80﴿
Karun ve Hz. Musa: Karun Hz. Musa’nın yakın akrabasıydı, Firavun’un sarayına İsrailoğulları’nı temsil etmek üzere tayin edilecek kadar yetenekli, sosyal ve kendisine güvenilen birisiydi. Ayrıca dindarlığıyla temayüz etmiş, Hz. Harun ve Hz. Musa’nın sırdaşları, dostları arasına girebilmiş bir şahsiyetti. O kadar ki, ‘servet sahibi olmak’ gibi dünyalık bir arzusu için bile bir Peygamber’den kendisi adına Allah’a (cc) dua etmesini isteyebilmişti.
Bütün bunlara rağmen kendisine dua edilip de varlıklı olunca tam bir mürüvvetsizlik ve nankörlük örneği olarak ilk önce Allah’a ve Hz. Musa’ya sırtını döndü. Ve o güne kadar saklamayı başardığı ve fakat aslında bilinç altında beslemekte olduğu Hz Musa’ya karşı olan hasetliğinin belirtilerini göstermeye koyuldu. Servetiyle paralel olarak kıskançlık ve hasetliği hızla arttı. Artık Hz Musa’nın ‘gerçeklerin ifadesi olan’ konuşmalarından rahatsızlık duymaya başladı ve ondan uzaklaştıkça uzaklaştı. Dahası; Hz. Musa’nın, malının zekatını istemesi üzerine, zekatını vermediği gibi, o servet kendi bilgi ve gayretiyle kazandığını ileri sürdü. Kur’an’daki; ‘… Musa onlara hakikatin bütün delillerini getirmişti, ama onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlar ve onu reddettiler, halbuki onlar elimizden kaçıp kurtulamazlardı.’ (29/39) ayeti Karun’u anlatır.
O sıralarda Hz. Musa ve Hz. Harun, İsrailoğulları’nın dini ve sosyal hayatlarını yeniden düzenlemeye çalışırlarken çeşitli zorluklarla karşılaşıyorlardı. En başta Firavun ve adamları hiç rahat vermiyorlardı. Bir de, kendi içlerinde sabırları taşan İsrailoğulları Hz. Musa’ya zaman zaman zorluk çıkartıp şöyle diyorlardı: ‘-Sen bize gelmeden önce de geldikten sonra da bize eziyet edildi.’ (7/129)
Her gün Hz. Musa’ya karşı muhalefetini biraz daha artıran Karun, zaten var olan fitne zeminini değerlendirdi; parasının gücünü de kullanarak bir kısım muhalif düşüncelileri örgütledi. Karun, hem akrabası hem de kavminden birisi olmasına rağmen, kafalarını çeldiği o bir grup avanesiyle birlikte Hz. Musa’yı en çok uğraştırıp sıkıntı ve üzüntüye sokanlardan oldu. Neticede –belki Firavun’un da kışkırtmaları ve işbirliği ile- Hz. Musa’ya karşı fiilen isyan etti. Hz. Musa’nın –vahiy kaynaklı- planlarını bozmaya cüret etti.
Yine Karun’un başını çektiği fitneciler, Hz. Musa ve kardeşine karşı iftira ve suçlamalar yönelttiler. Buna karşılık, maruz bırakılan bu incitilme ve iftira oldukça ağır olmalıydı ki Kur’an’da bu husus, Hz. Musa’ını temiz ve itibarlı kişiliğiyle birlikte nazara verilmektedir: “Ey iman edenler! (Peygamberiniz Muhammed’e karşı, kavmindeki) Musa’yı incitenler gibi olmayın. Allah onun, hakkında söylediklerinden uzak, tertemiz biri olduğunu ortaya koymuştu. Gerçekten o (Musa), Allah katında şerefli veitibarlı idi.” ﴾33/69﴿
Karun ve çevresinin Hz. Musa’ya yönelttikleri çok ağır iftira ve suçlamalara, Tevrat’ta şöyle değinilmektedir; Onu ve kardeşi Harun’u İsrailoğulları’nın yönetiminde aile hegomanyası kurmakla, diğer yakınlarıyla birlikte farklı bir idare oluşturmakla, kendilerini halktan üstün görmekle, yönettiği insanları etki altına almak için büyüye başvurup cinlerle işbirliği yapmakla itham ettiler.
Ve en nihayet, insanların en fazla kulak kabarttıkları ve dedikoduya en müsait bir iftirayı tercih ettiler. Bu, Hz. Musa’ya en ağır geleni olup, duyduğu şeylerin şokuyla; ‘bunu nasıl düşünebilirler!’ dedirtip yüzükoyun yere uzanmasına sebep olan, onun bunun karısına kötü gözle bakıma, hatta zina yapma iftirasıydı. Üstelik Ḳarun, bu büyük iftirlarını doğrulatmak için fahişe bir kadınla –para karşılığı- anlaştı. Buna göre fahişe kadın herkesin toplandığı bir esnada Hz. Musa’nın kendisiyle zina ettiğini söyleyerek onu zor durumda bırakmak üzere görevlendirildi. Ancak kadın, herkesin huzurunda Hz. Musa’ya tam iftira atacakken, insafa gelip Ḳarun’un kendisini bu işle görevlendirdiğini söyleyerek onun kurduğu tuzağı ifşa etti. Aslında bütün bu iftiraların ana sebebi, Karun’un Hz. Musa’ya duyduğu hasetlik ve kıskançlıktı.
Karun’un Akıbeti (Sonu): Tevrat’ın kaydına göre, Hz. Musa, yaptığı hiçbir işi kendiliğinden yapmadığını belirtmiş ve kendisine iftira atan Karun ile adamlarını lanetleşmeye davet etmiştir. Lanetleşme sonucunda, Allah (cc), Hz. Musa’ya karşı çıkan Ḳarun ve adamlarını yere batırmak suretiyle helak etmiş, buna karşılık Hz. Musa’yı temize çıkarmıştır. Kur’an’da ise, haddini aşıp iyice azgınlaşan Karun ve avanesinin sarayları, paha biçilmez elbiseleri, eşyaları ve servetleriyle birlikte nasıl helak edildikleri ve akıbetleri şöyle açıklanır: ‘Ve sonunda onu da, sarayını da (yandaşlarıyla birlikte) yerin dibine geçirdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, (aciz bir kişi olarak) kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.” (28/81)
Onun önceki ihtişamlı görüntüsüne heveslenip, dünyanın geçici servetine istek duyanlar ve ‘-Keşke Karun'a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı!..’ diyenler ve daha dün onun yerinde olmayı isteyenler (28/82) de gördükleri bu ibretlik manzara karşısında artık şöyle demeye başlamışlardı: ‘-Vah bize! Demek ki, Allah rızkı, kullarından dilediğine geniş veren, dilediğine de ölçülü, idareli veren Allh’mış!. Şayet Allah bize (Karun ve avanesi gibi, şükrünü eda etmek yerine bizi şımartan) lütuflarda bulunmuş olsaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vah vah! Demek ki (Musa ve Harun’un dediği gibi) inkarcılar iflah olmazmış!’ (28/82)
Kur’an’da, Karun ve adamlarının başına gelenler anlatıldıktan sonra bir de şu değerlendirme yapılır: ‘İşte (ebedi ve gerçek olan) Ahiret yurduna gelince, Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akıbet, Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyanlarındır. Kim (Ahiret’e) bir iyilik getirirse (orada, Allah’ın lutuf ve keremiyle) ona bundan daha fazlasıyla karşılık vardır. Kim bir kötülük getirirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza görürler. ﴾28/83-84﴿
Allah Kur’an’da, haddi aşıp büyük günahlar işlemeleri sebebiyle, Karun’un haricinde ‘Firavun'u ve Haman'ı da helak ettik. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgarlar, her şeyi silip süpüren kasırgalar gönderdik, kimini korkunç bir ses, bir yer sarsıntısı, yakaladı, (Karun ve avanesi gibi) kimilerini yerin dibine geçirdik, (Firavun gibi) kimini de suda boğduk. (Bu büyük cezalara uğramakla) Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar yapıp ettikleri ağır günahlardan dolayı, bu cezaları hak etmekle kendilerine zulmediyorlardı.’ buyuryor. (29./39-40)
Allah, aynı surede, bu cezalandırmaların arkasından şu enteresan değerlendirmeyi yapmaktadır: ‘Allah'tan başka varlıkları ve dostları sığınak edinenlerin durumu, örümceğin durumu gibidir. Örümcek hayvanı, herhangi bir yerde bir ağ örüp yuva edinir; halbuki -hemen, kolayca bozulup dağılmaya müsait olması hasebiyle- barınakların en çürüğü şüphesiz örümcek ağıdır. (İşte, Firavun’un, Haman’ın, Karun’un ve onlara benzeyen diğerlerinin kurdukları düzenler de o kadar zayıftır. Onlar ve onlara özenenler gaflete düşmeyip de elçilerimizin tekrar edip durdukları bu gerçeği) Keşke bilselerdi! Allah, onların -ve gerçeklere karşı gözlerini kapatan bütün gafillerin- kendisini bırakıp da hangi şeye yalvardıklarını şüphesiz bilir. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir. İşte biz, bu açık seçik, kolay anlaşılabilir temsilleri insanların iyiliği için getiriyoruz; fakat onları ancak -Allah’ın merhamet ve sonsuz kudret sahibi olduğunu- bilenler düşünüp anlayabilir. Allah, gökleri ve yeri bir hakikat olarak yerli yerince yarattı. Şüphesiz bunda, iman edenler için Allah'ın varlık ve kudretine bir nişan bulunmaktadır.” (29/41--44﴿ Burada ‘kimini yerin dibine geçirdik’ denenlerin Karun ve avanesi olduğuna dair fikir birliği vardır. Diğer bazı kaynaklarda ‘Karun ve adamlarının önce büyük bir yangına maruz kaldıktan sonra yerin dibine geçirildiklerine dair rivayetler de bulunmaktadır.
Şöyle veya böyle, sonuçta kesin olan bir şey varsa, o da: ‘’Aşırı zenginliğin, ihtişamın (debdebeli, görkemli) hayatın, varlıklı olmaktan kaynaklanan gurur ve şımarıklığın, azgınlığın, merhametsizliğin, şükürsüzlüğün, isyanın, iftiracılığın, sadece dünya hayatını arzulamanın… simgesi’ olan Karun, sarayıyla, servetiyle birlikte –Allah (cc) tarafından- yerin dibine geçirilmiştir.
‘KARUN’ ADININ GEÇTİĞİ DARB-I MESELLER:
“Karun malı olsa, israfa dayanmaz.”
“Karun gibi zengin olmak.”
“Karun kadar malı olmak.”
‘KARUN’ ADININ GEÇTİĞİ ŞİİRLER:
Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün
Dünya kadar malın olsa ne fayda
Söyleyen dillerin söylemez olur
Bülbül gibi dilin olsa ne fayda
Bir gün seni götürürler evinden
Hakkın kelamını kesme dilinden
Kurtulmazsın Azrailin elinden
Türlü türlü yolun olsa ne fayda
Sen söylersin söz içinde sözün var
Çalarsın çırparsın oğlun kızın var
Şu dünyada üç beş arşın bezin var
Tüm bedesten senin olsa ne fayda
Kul Himmet Üstadım gelse otursa
Hakkın kelâmını bile getirse
Dünya benim deyip zapta geçirse
Karun kadar malın olsa ne fayda
Kul HİMMET
Mantar biter gibi, artıyor gün gün
Halk yoksullaşırken çoğaldı Karun!
Garibe işliyor yürütme, kanun
Gücün yettiğini, soy babam soy, soy
Döndü Demir ŞİNEL
Uğradı cümlesi hışm u hatara
Mâl-i Karun gibi geçti yere.
Taşlıcalı YAHYA
Ne kadar çok ise malın
Ecel sana sunar elin
Ne assı eyledi Karun
Bu dünyaya batmış iken.
Yûnus EMRE
Bezlini evvel baharın küha sor hamuna sor
Mal-i dünyadan ne alıp gittiğin Karun’a sor.
Sim-i eşkim neme yarar nazar etmez ana yar
Yere geçsin n’ideyim genci imiş Karun’un.
Hayali BEY
KISSADAN HİSSE:
*Dünya’nın servetleri ve ihtişamı ebedi yaşama yeri olan Ahiret’te hiçbir işe yaramadığı gibi, üstelik usulünce değerlendirilmediğinde hem bu Dünya’da hem de Ahiret’te helake (yok olmaya, mahvolmaya) sebep olur. Karun’da olduğu gibi.
* Allah şımarıkları sevmez.
“Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et.
*Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama, Allah bozguncuları sevmez.
*Servet sahipleri; ‘bunlar bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi’ dememeli, nimeti Allah’tan bilmelidir.
*Servet veya başkalarına verilen nimetlere bakıp da; ‘Keşke benzeri benim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı!’ dememeli. Kanaatkar, sabredenlerden, kaderine razı ve iman edip iyi işler yapanlardan olup, Allah’ın hayırlısından vereceği mükafatı arzulamalıdır.
*Allah birine gazap ederse, artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek, kendisini savunup kurtarabilecek kimse bulunmaz.
*Allah’ı inkar edenler iflah olmaz.
*İftiracıların akıbeti, bu Dünya’da da, Ahirette de –kendisine dönecek olan- bir rüsvaylıktır.
*Ahiret yurdundaki en güzel akıbet, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan takva sahibi kimselere verilir.
*Her bir günah işleyen, onun cezasını da çeker. İnsanlık tarihi, Allah’ın (cc) azabını ve cezasını hak eden olaylarla doludur.
*Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu, örümceğin durumu gibidir. Yuvaların en çürüğü örümcek yuvasıdır.
*Allah (cc) Kur’an’daki bütün temsilleri, insanlar düşünüp anlasınlar ve ders alsınlar diye getirmiştir.
*Allah (cc) herhangi bir icraatını (ceza, mükafaat vb) imhal eder (geciktirebilir) fakat ihmal etmez.