DURUN BAKALIM!..
Köyün birinde, çok güzel, çok bakımlı, eğitimli atı olan bir adam varmış. Atın namı ta saraya kadar ulaştığından Padişah; “istenen kadar parayı vererek atı almaya yetkili “ olarak adamlarını o köye gönderir. Padişahın adamları her ne teklif ettilerse de adam razı olmaz ve atı satmaz. Komşuları köylüyü kınarlar;
“-Bu şans bir daha gelmeyebilir!” derler. Köylü sadece:
“-Durun bakalım, Allah ne gösterir!” der. Bu olaydan hemen ertesi gün at kaybolmuş. Köylüler çeşitli fikirler yürütmüşler, atın sahibi olan komşularını da kah kınamışlar, kah ‘üzülmüştür’ diye teselli etmeye yeltenmişler. Adam yine sakin:
“-Durun bakalım, Allah ne gösterir!” demiş. O arada padişahın adamları yine gelmişler, “Padişahın çok kızdığını, atı zorla almaya geldiklerini…” söylemişler, ancak atın kaybolduğunu öğrenince, mecburen dönüp gitmişler.
Günler sonra kaybolan at, peşine taktığı 10-15 kadar yabani atla çıkagelmiş. Bunları ehlileştirip eğittikten sonra satacak olması, atın sahibi köylü için bir servet vesilesi olmuş. Bu sefer de köylüler, komşularını takdirle övmeye koyulmuşlar. Ancak adam yine:
“-Durun bakalım, Allah ne gösterir!” demiş. Yabani atlar eğitime alınmış. O atlardan birisi adamın 18-19 yaşındaki oğlunu tepmiş ve bir bacağını kırmış. Diğer köylüler yine ileri geri fikirler yürütmüşler. Adam yine:
“-Durun bakalım, Allah ne gösterir!” demiş. O arada ülke büyük bir savaşa girmiş. Yeni yetmeler dahil bütün gençler cepheye götürülmüş. Ancak köylünün oğlu, bacağı kırık olduğu için muaf tutulmuş. Köylüler yine çeşitli yorumlarda bulunmuşlar, kimi hasetlenmiş, kimi komşularının ‘boş adam olmadığını’ konuşur olmuşlar.
Hayat devam edip gitmiş, kulağına gelen, zaman zaman da yüzüne söylenen olumlu olumsuz her söze adam hep;
“-Durun bakalım, Allah ne gösterir!” diyerek karşılık verirmiş.