(Kur’an’dan Bir Kıssa. Kehf Suresi, Ayetler 60-82 Arası)
HZ.MUSA(A.S.) İLE HIZIR(A.S.)
HAZRETİ MUSA İLE HIZIR(A.S.)
‘Otsuz kuru bir yere oturdu da ansızın o oturduğu yer yeşillenerek peşi sıra dalgalandı.’ O günden sonra artık o; ‘yeşil’ veya ‘yeşilliği çok olan yer’ anlamına gelen ‘Hızır/Hıdır’ lakabıyla anılır oldu. Asıl ismini bilen yoktu.
Hangi zamanda ve hangi beldede doğduğu da bilinmiyordu. Ancak bilinen şu ki; normal olarak doğup yaşamış bir kişi iken, diğer insanlardan farklı olarak, değişik bir mahiyette, farklı bir mertebede hayatını devam ettiren, Allah tarafından kendisine, ‘rahmet (vahiy ve Peygamberlik) verilmiş ve ilim öğretilmiş’ (18/65) birisi idi. Bunun dışında, çok merak uyandıran, halen yaşadığı bilinen, bazı kişilere görünen Hz. Hızır için, asıl ismi, doğduğu yer ve tarihi veya soyu hakkında çok çeşitli tezler ileri sürenler olmuştur. Ne var ki, bunların hiçbirisi bir delil veya kaynağa dayanmaz. Hatta, halk kültüründe, Hz. Hızır ile Kur’an’da adı geçen Hz. İlyas’ın buluşma –ve baharın gelme- günü kabul edilip kutlanan ‘Hıdrellez’ anlayışının dahi gerçek bir dayanağı yoktur.
Hz. Hızır’ın çokça gündemde olmasının en önde gelen sebebi; onun, darda kaldığımızda veya sevdiklerimiz için dua ederken yardımını istediğimiz, çok çaresiz kalırsak yardıma koşacağına dair ümit beslediğimiz bir kişilik olmasındandır. Gerçekten de kendisine herkesin bilemeyeceği, çalışmakla elde edilemeyip Allah’ın dilediklerine lutfettiği ‘gayb ilmi’ verilmiş, hep; sıkışan, bunalan, darda zorda kalan, çare ve sebeplerin tükendiği anlarda, Allah’ın izniyle, sevdiği kullarının yardımına koşup ‘Hızır gibi yetişen’ ve insanları selamete çıkarıp ferahlatan, bu manada moral kaynağımız olan ruhani bir kişidir. Birçok zaman nurani bir insan kılığına girerek, yine birçok sefer de gözle görülmeden, Allah’ın izniyle görevli olduğu icraatını yapar. Görülme durumlarında, ihtiyacı olmasa da –fark edilmemek için- yiyip içmelerine şahit olunabilir. Hatta, onun bulunduğu makamın, velayette bir mertebe olduğu, o mertebeye ulaşan velilerin Hz. Hızır’dan ders aldığı söylenir. Bazen de o makama gelen bir veli, kendisini Hz. Hızır’ın kendisi veya günümüzdeki temsilcisi zanneder, yanılgıya kapılır ve ‘Mehdilik iddiasına’ kalkışır.
Diğer taraftan, Kur’an’a göre Hz. Hızır’ın bir peygamberdir. Allah (cc); ‘Ona katımızdan bir rahmet (vahiy ve Peygamberlik) vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.’ (18/65) buyurmaktadır. Yine Kur’an’da anlatılan kıssadaki işleri kendiliğinden değil ancak vahiyle yönlendirilme sonucu yapabileceği ve sahip olduğu bilgilerle Hz. Musa’dan da üstün vasıflar taşıdığı bir gerçek olarak ortadadır.
Hz. Hızır’ı asıl meşhur eden, o’nun gerçek değerini önümüze koyan ise; Hz. Musa ile buluşması ve birlikteki yolculuklarında yaşadıkları çok enterasan derslerle dolu olaylardır. Biz bunları, en güvenilir kaynak olan, Allah’ın kelamı Kur’an’dan öğreniyoruz:‘Kelimullah’ yani ‘Allah’ın konuştuğu’ sıfatına sahip olan Hz. Musa’nın bir gün Allah’a sorduğu çeşitli sorulardan birisi de şu oluyor; ‘-Ya Rabbi, yeryüzünde benden bilgili bir kulun var mı?’ Allah (cc); !-Var!..’ buyurunca, Hz. Musa; ‘-O halde onu nerede bulabilirim. Beni onunla karşılaştır.’ isteğinde bulunuyor. Bunun üzerine Allah; ‘-Onunla iki denizin birleştiği yerdeki kayanın yanında, balığı kaybedeceğin yerde buluşabilirsin.’ buyurur.
Bu malumatı alan Hz. Musa, Hz. Yuşa olduğu kabul edilen, daha küçük yaşlarında cesareti, olgun hareketleri, mantıklı düşünceleriyle dikkatini çektiği için yanına yardımcı olarak kabul ettiği -kendisinden sonra Allah tarafından Peygamberliğe layık görülen- genç adamını yanına alarak yola çıktı. Hz. Yuşa’ya, Allah ile kendi arasında geçen konuşma ve ‘kendinden daha bilgili olan’ zatı bulup görüşmek üzere yola çıktıkları’ konusunda bilgi verdi. Daha yolun başında Hz. Musa, genç yol arkadaşı Hz. Yuşa’ya; ‘-Ta iki şu anda nerede olduğunu bilemediğim ama varlığından ve ulaştırılacağımdan emin olduğum o iki denizin birleştiği yere varıncaya yahut, çok merak ettiğim, kendisinden istifade edeceğimi umduğum o alim zatı buluncaya kadar bu yolda senelerce yürümek gerekse bile yürüyeceğim, onu bulmadan durup dinlenmeyeceğim’ demişti. (18/60) Böylece Hz. Yuşa’ya; nasıl zorlu, uzun ve yorucu olma ihtimali olan bir yola çıktıklarını tarif ederken, aynı zamanda, ‘eğer dayanamayacaksan, gözün kesmiyorsa, daha yolun başında vaz geçebilirsin’ de demek istemişti. Ama Hz. Yuşa, bu tarihi, Kıyamet’e kadar insanların ufkunu açacak olan yolculukta onu yalnız bırakmadı.
Yol azığı olarak yanlarına bir miktar da tuzlanmış balık almışlardı. Artık hikmetlerle, yani Dünya ve Ahiret’e dair ilimlerde doğru ve derin bilgilere sahip kılan, üstün kavrama yeteneği, isabetli söz ve davranışlar kazandıran, ilim-amel uygunluğuna vesile olan dopdolu bir yolculuk başlamıştı.
Hiç bilmedikleri topraklarda, ilham edilen yönde yol alırlarken, ulaştıkları bir deniz kenarında, dinlenip yorgunluk atmak üzere bir kayanın gölgesine oturdular. Hatta çok yorgun düştüklerinden, kısa da olsa biraz uyukladıktan sonra yollarına tekrar koyuldular.
Oradan uzaklaşıp bir süre daha gittikten sonra acıktıklarını hissedip yemek molası verdiler. Hz. Musa genç adamına; ‘-Yiyeceğimizi getir. Gerçekten şu yolculuğumuz yüzünden, daha şimdiden hem yorgun düştük, hem acıktık’ dedi. Genç Yuşa, azık zembillerinden çıkartıp yemek üzere elini uzattığında, tuzlanmış balığın yerinde olmadığını fark etti. Fark eder etmez de bir önceki mola yerinde, uyukladıkları sırada balığın canlanarak, denizde bir yol tutup gittiğini hatırlayıverdi. Ancak telaşlanıp üzerinde durmamıştı. Altında oturdukları kayadan çıkan ve üzerine damlayan su, zembilin içindeki tuzlu balığın gövdesine değince, balık canlanarak denize atlamış ve kaybolup gitmişti.” ﴾18/61﴿ Genç Yuşa; ‘-Gördün mü Ya Musa!’ O kayanın yanında konakladığımız zaman balığın şaşılacak bir şekilde canlanıp denizde kaybolup gittiğini gördüm ancak tembih ettiğin halde sana söylemeyi unuttum! Onu sana söylemeyi bana unutturan, Şeytandan başkası olamaz.’ dedi.
Bu bilgiyi alan Hz. Musa kızmak yerine sevindi ve; “-İşte aradığımız kişiyle buluşacağımız, ‘iki denizin birleştiği yer’ denen bu yer idi’ dedi. Hiç vakit kaybetmeden izleri üzerine geriye döndüler. ﴾18/62--64﴿
Derken, Allah’ın seçkin kullarımdan, insanlar arasında ‘Hızır’ olarak anılan birini buldular ki, o’na Allah katından bir rahmet verilmiş ve lütfedilen Peygamberiğin yanında gayb alemine dair özel bir ilim öğretilmişti. (18/65) Selamlaşma ve tanışma faslından sonra Hz. Musa o’na; ‘- Allah’ın (cc) bana bildirdiğine göre, sana özel olarak öğrettiği ve gerçeğe ulaştıran, neyin doğru olduğuna dair bilgiler bulunuyormuş. Eğer kabul edersen, o bilgileri bana da öğretmen için sana tabi olup peşinden gelmek istiyorum. Bu yola çıkış maksadım da bu idi.’ dedi. Bunun üzerine Hz. Hızır; ‘-Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin, iç yüzünü bilip kavrayamayacağın nice şeyler var, onlara şahit olduğun zaman nasıl sabredeceksin?’ deyince, Hz. Musa; ‘-Sen yeter ki beni yol arkadaşın olarak kabul et. İnşallah benim sabredenlerden bir kişi olduğumu göreceksin. Söz veriyorum, senin dediklerinden dışarı çıkmam!’ dedi. Hz. Hızır da; ‘-Eğer bana tabi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar yapacağım hiçbir şey hakkında bana soru sormayacaksın!’ diye sıkıca tembih etti. ﴾18/66--70﴿
Bunun üzerine, prensipte anlaştıktan sonradır ki birlikte yola koyuldular.
Yollarının düştüğü deniz kenarındaki bir iskeleden bir gemiye bindikler. O gayb ilimlerine vakıf kılınmış olan Hz. Hızır, gidecekleri yere ulaştıklarında, içindeki diğer yolcularla birlikte yoluna devam edecek olan geminin altında bir delik açtı. Bir sebep görülmezken, içinde de bunca insan varken geminin delinmesine canı sıkılan ve hemen karşısına dikilen Hz. Musa; ‘-İçindekileri boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen çok kötü bir iş yaptın!’ dedi. Hz. Hızır Hz. Musa’ya dönerek, -biraz da- azarlarcasına; ‘-Ben sana, sen benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi?’ dedi. Bunun üzerine derhal, yolculuğa çıkarken verdiği sözü hatırlayan ve Hz. Hızır’ı gayet ciddi gören Hz. Musa, yalvarırcasına; ‘-Unuttuğum şeyden dolayı beni paylama ve niyetlenip de hazır buralara kadar gelmişken işimi çıkmaza sokma!’ deyince Hz. Hızır Hızır, Hz. Musa’nın bu mazeret beyanına anlayış gösterdi ve yine yola koyuldular.
Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında, Hz. Hızır hemen orada onu öldürdü. Şahit olduğu bu duruma çok üzülen ve kendini tutamayan Hz. Musa dedi ki; ‘-Onun kimseye bir zararı dokunmamışken, yani bir cana karşılık olmaksızın bir masum çocuğu katlettin ha! Gerçekten sen çok korkunç bir şey yaptın!’ Hz. Musa’yı bir kere daha sertçe ikaz eden Hz. Hızır; ‘-Sana, benimle beraber olmaya asla katlanamayacağını söylememiş miydim?’ dedi. Verdiği sözü tekrar hatırlayan ve ‘yapılan iş karşısında kendimi kaybetmişim’ diye bir kere daha özür üstüne özür beyan eden Hz. Musa; ‘-Eğer bundan sonra yapacaklarınla ilgili olarak sana bir şey sorarsam beni yanından uzaklaştır ve artık bana arkadaşlık etme! Bu durumda hakikaten benden yana özürlerin sonuna ulaşmış bulunuyorsun’ dedi.
Hz. Hızır, bir daha işe karışırsa, o durumda kendi cezasını kendisi tayin eden Musa’nın mazeretini bu sefer de kabul etti ve yine yürüdüler.
Nihayet yolları bir kasabaya düştü. Varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak kasaba halkı, yabancı görüp onları misafir etmekten kaçındılar, yiyecek bir şey de vermediler.
Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar, o gayba vakıf Hz. Hızır, yıkılmasın diye uğraştı ve duvarı doğrulttu. Gelgelelim, -karnı da acıkmış olan- Hz. Musa yine sabredemeyerek; ‘-Bak onlar bize bir parça yiyecek bile vermediler. Ama sen dileseydin, elbet buna karşı bir ücret veya hiç değilse yiyecek bir şey alırdın!’ deyiverdi. Bunun üzerine Hz. Hızır: ‘-İşte bu, beraberliğimizin sona ermesidir. Artık yol ayrımına geldik. Şimdi sana, sabır gösterip katlanamadığın bütün o olayların iç yüzünü tek tek açıklayacağım!’ dedi.﴾18/71--78﴿
Böylece, Hz. Musa’nın sabırsız ve celalli halleri, Hz. Hızır’la olan yolculuklarının sona ermesine sebep oldu. Hz. Hızır, geminin yaralanması, çocuğu öldürülmesi, duvarın düzeltmesi olayının gayba giren gizli ve hikmetli sebeplerini anlatmaya koyuldu;
‘-Gemi var ya, o, geçimini denizde çalışarak sağlayan yoksul kimselere aitti. Onu delerek kusurlu hale getirmek istedim. Çünkü onların gideceği yerde, her sağlam gemiyi gasp etmekte olan bir hükümdarın olduğunu biliyordum.’ ﴾18/79﴿ Şu halde Hz. Hızır, yoksul denizcilerin gemisini yaralamakla, o zalim hükümdarın bu gemiye el koyma ihtimalini ortadan kaldırmış, böylece sahibi olan fakirlere aslında iyilik etmişti.
Hz. Hızır anlatmaya devam etti; ‘-Vadesi de geldiğinden, Hz. Azrail’in rolünü de üstlenerek öldürdüğüm o erkek çocuğa gelince; bu çocuk ileride zalimliğe meyyal ve inkarcı biri olacağından anne babasına büyük acılar verecekti. Halbuki onun anne babası, mümin kimselerdi; bu çocukları büyüyünce, evlat sevgisi yüzünden, onların manevi hayatlarını tehlikeye sokmasından ve ömürlerinin sonunda azgınlık ve nankörlüğe düşürmelerinden korktuk. Onu öldürürken de istedik ki, Rableri onun yerine o mümin, o iyi insanlara evlat olarak ondan daha temiz seciyeli ve daha merhametlisini versin.’ ﴾18/80-81﴿
Hz. Musa’yı hayrete düşüren bu ifadelerden sonra Hz. Hızır, son olayın hikmetini de şöyle açıkladı; ‘Duvarın tamirine gelince; o, kasabadaki iki yetim çocuğun idi; duvarın altında da hukuken onlara ait bir hazine gömülüydü. Ölen babaları ise dürüst ve erdemli bir adamdı. Rabbin istedi ki, duvar tekrar yıkılmadan, o iki çocuk güçlü ve erginlik çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir bağış olarak kendi hazinelerini kendileri çıkarsınlar.’ (18/82)
‘-Ya Musa, şahit olduğun bütün bunlar, kulları için Allah’tan birer rahmetti. Ve bütün bunları ben kendiliğimden yapmadım. Hakkında sabredip katlanamadığın şeylerin hikmetlerle dolu gerçek iç yüzü işte budur.’ ﴾18/82﴿
Bundan sonra Hz. Hızır ile Hz. Musa birbirinden ayrıldılar.
Hz. Muhammed (sav) bu konuyla ilgili; “Allah, bize ve Musa’ya rahmet etsin! Eğer sabretseydi, (daha başka) şaşılacak şeyler görecekti. Fakat o arkadaşından utandı.” buyurmuştur. (Müslim, Ebu Davut)
KISSADAN HİSSE:
Bu kıssa, aslında baştan sona derslerle, çeşitli hikmet ve mesajların yanında öğretmen-öğrenci ilişkileri ve sabırlı olmak konularında ilginç ve ibretli öğütlerle doludur. Hoşgörülü davranmak, bilmeyerek yapılan hata ve kusurlara karşı bağışlayıcı olmak, merak ve ilginin aşırı noktaya varmaması, eğitim adabı gibi konuları içermektedir. İrşat usulü ve din eğitimine ve İslami terbiyeye de ışık tutmaktadır.
Ayrıca ve özellikle olup bitmiş olaylar karşısında aşırı ah vahlar etmenin veya sevinç naraları atmanın yersizliğini, vuku bulan her olayın görünen taraflarının arkasında, bizler gibi sıradan insanların bilip göremeyeceği nice sebep ve derinliklerinin, hikmetlerle dolu gerçek iç yüzlerinin olabileceği gerçeğini hiç unutmamalıyız. Her şeyin hayırlısını diledikten ve meşru dairede kalmak kaydıyla gerekenleri yaptıktan sonra, bizim arzu ve beklentilerimizin dışında gelişen olaylar karşısında da hep; “Her şeyin en doğru ve hayırlı olanını Allah bilir” diyerek, yerli yerince tevekkül edebilmeliyiz.
Bir de çok duyduğumuz üzere; Kavuştuğumuz her geceyi ‘Kadir,’ karşılaştığımız her yabancıyı da ‘Hızır’ bilmeliyiz!