İYİ NİYET - İYİ ÖDÜL
İyi niyetle iyilik edenin ödül, iyi niyetle iyilik etmeyenin cezalandırılmasına dair, kıssa olarak anlatılan bir (fabl) hikayeyi çocukluğumda dinlemiştim;
Bir köylü, ilkbahar veya sonbaharda kıt’alar arası göç ederken bölgenin üzerinden geçen, bazen de yakınlardaki sazlıkta mola veren leylek sürülerinin bir göç döneminde hayvanlarını otlatırken bir bacağı kırılmış, ayağa kalkamayıp yattığı yerde çaresizce debelenip duran bir leyleğe rastlar. Merhametli köylü hayvancığı incitmeden koltuğunun altına alıp evine getirir.
Sıcak ortamda kırılan ayağını güzelce temizler, sarar sargılar… Oturdukları mutfakta ona otlardan bir yatak hazırlar ve günlerce haftalarca tam iyi olana, kalkıp rahatça gezebilecek hale gelene kadar -ailesinin de yardımıyla- ihtimamla bakar.
Havaların iyi olduğu bir günde de tamamen iyileşen leyleği tabiata, yani kendi dünyasına salıverir. Leylek uçar gider. Ancak birkaç gün sonra ağzında bir karpuz çekirdeği ile bu merhametli bakıcısını (doktorunu) ziyarete gelir. Haftalarca bakım gördüğü, misafir edildiği mutfakta aile fertleriyle bir iki saat kalıp, özlem giderip gönül aldıktan ve getirdiği çekirdeği bıraktıktan sonra da tekrar kanatlanıp gider.
Köylü, leyleğin ziyaretinden mutlu olur, getirdiği çekirdeği de evinin yakınlarında bir toprağa ihtimamla yerleştirir. Kısa süre sonra topraktan yeşil yapraklı filiz çıkar, bir iki metrelik bir tevek oluşur ve bir süre sonra da teveğin üzerinde bir karpuz yumrusu belirir. Yavru karpuz seri bir şekilde gelişerek birkaç hafta içinde kocaman, yemyeşil, vurunca tın tın ses veren bir karpuz durumuna gelir.
Köylü, artık iyice olgunlaşmış olan karpuzu teveğinden koparır, bütün aile fertlerinin etrafını çevirdiği siniye koyar ve bıçağı vurur. Karpuz ortadan yarılınca bir de ne görsünler; çil çil altınlar siniye yayılıverir! Hepsi hayrettedirler, adeta dilleri tutulur... Sonra bunun, “leyleğe yaptıkları iyiliğin karşılığı olarak ilahi bir ikram olduğuna hükmederek” sevinip, hep birlikte Allah’a şükrederler.
Bir servete kavuşan ve büyük bir rahata eren ailenin yaşantısı -tabii ki- değişir. Bu hal komşularının dikkatini çeker ve olayın içyüzünü kısa zamanda öğrenirler. Hemen bütün komşular tebrik ve gıpta ederlerken, içlerinden birisi hasetlenir; “O yaralı leylek ona değil de bana rastlasaydı... O değil de ben zengin olsaydım...” der durur.
Düşünürken düşünürken bu haset komşunun aklına bir plan gelir: Leyleklerin mevsim göçü başladığında, uğrak yerleri olan sazlıkta sipere yatar, yanına bir miktar da taş alır. Bir leylek sürüsü mola için indiğinde, elindeki taşları -nişan alarak- onlara atmaya başlar ve maksadına uygun olarak isabet ettirdiğin bir leyleğin bacağını kırar. Diğerleri bu saldırı karşısında havalanıp uzaklaşırken o da koşarak yerde çırpınan leyleği kaptığı gibi evine gelir. Önce yaralı ayağı güzelce sarar, sonra -kimseler görmeyecek şekilde- evin ahırında hazırladığı yere yaralı leyleği yatırır. Tam iyileşmesi için de birkaç hafta iyice bakar.
Yaralı leylek birkaç hafta sonra iyileştiğinde de, başı ve kanatları okşanarak salıverilir. Bu leylek de birkaç gün sonra, bir süre kaldığı bu eve gelir. Hem de bir karpuz çekirdeği ile beraber. Çekirdeği ev sahibine teslim ettikten sonra hiç beklemeden geldiği yöne doğru uçup uzaklaşır. Planının tam isabetle tutmuş olduğunu, işlerin yolunda gittiğini... gören ev sahibi gayet memnundur. Haset komşu gecikmeden, karpuz çekirdeğini evinin hemen yanı başında, komşuların göremeyeceği bir yere diker. Çekirdek kısa sürede filiz, tevek, yavru karpuz derken kocaman bir karpuz oluverir.
Bir akşam saatinde heyecan ve merakla olgun karpuzu koparan bu köylü, kapısını penceresini iyice kapatır, aile ferlerini toplar, karpuzu siniye koyup bıçağı çalar. Aman aman aman! Yarılan karpuzun içinden öyle korkunç bir yaratık çıkar ki, bir anda bütün aile fertlerinin akılları başlarından gider, dehşetle sağa sola kaçışıp yıkılıp bayılırlar. Çıkan o yaratık da ‘haset’ ev sahibini ısırıp zehirler.
Hasan KUTLUTAŞ