MALIYLA ÖĞÜNEN ADAM 19.07.2019 16:58:29

Anasayfa/ Hikayeler

                                                             İki Bahçesi olduğu için;

                                                           MALIYLA ÖĞÜNEN ADAM

Övünme; ’Bir kimsenin, mal ve mevki gibi kendi varlık bütünlüğünün dışındaki değerlere ve imkanlara sahip olduğu için kendini övmesi’ veya ‘kişinin kendisinde yahut ailesinde bulunan üstünlükler, şan ve şeref dolayısıyla övmesi, böbürlenmesi’ şeklinde tanımlanır.  Keza; kişi sahip olduğu iyilik ve nimetleri kendinden bilir ve Allah’ın verdiğini düşünmezse ‘övünmek’, bu nimetlerinin Allah’tan geldiğini bilir ve ona göre düşünüp hareket ederse ‘şükür’ olur.

 

Chiliye Dönemi insanları özellikle;  yiğitlik, mertlik, cömertlik ve zeka gibi üstünlükleriyle, mal, evlat ve akrabalarının çokluğu, kendi kabilesinin asaleti, cömertliği ve cesareti, hatta saldırganlık ve kan dökücülükleriyle övünürlerdi.

Sahip olunan malla övünme en yaygın karşılaşılan bir haldi. Hahbuki; Allah’ın verdiği nimetlere şükretmek gerekirken, başkalarına karşı övünme sebebi yapılmalıydı, bu tür övünmeler haramdı.

Diğer taraftan. Dünya servetinin, kazanılması gibi kaybedilmesinin de olağan hadiselerden olduğunu idrak edilmeli, Allah nimetlerini verirken nasıl çeşitli ve umulmadık sebepler halk ediyorsa, verdiklerini almayı murat ederse yine nice tahmin edilen/edilemeyen vesileler halk edebilir. Nitekim, gayet ibretlik böyle bir olay, Kur’an’da insanların dikkatine sunulmuştur. İşte, Allah’ın verdiği nimetlere şükredip, onun gereğini yapmak yerine, malıyla övünmeyi tercih eden adamın başına gelenler:

Geçmiş zamanlarda ve memleketin birinde iki komşu vardı. Bunlardan birine Allah tarafından bir lütuf, bir nimet olarak iki üzüm bağı bahşedilmiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatılmış, bağ fidanlarının aralarında da ekili bir alan yerleştirilmişti. Bağların ikisi de yemişlerini veriyorlar, aralarına ekip dikilen hiçbir üründe de eksilme göstermiyorlardı. Bağın toprağı kaliteli, üstelik sulak idi, çünkü Allah,  iki bağın arasından bir de ırmak akıtmıştı.

 

Böylece bahçenin sahibi olan adam hemen her yıl, hatta her mevsim bol ve çeşit çeşit ürün kaldırıyordu. Ama bir gün bu adam, şükretmek yerine övünmeyi tercih etti ve komşusuyla tartışmaya tutuştuğu bir sırada ona şöyle dedi:

‘-Ben, servetçe senden daha zenginim, malım mülküm senden çok!’ Bu kadarıyla yetinmeyip, bir de ekleme yaptı;   ‘-Nüfusça da senden daha güçlü ve ilerdeyim!’

Tevazu içinde Rabbine şükredecek yerde, bu konuşmaların arkasından bir böbürlenme havasında -aslında kendine yazık ederek- bağına girdi. Kuruntu, gurur ve kibirle, kendi kendine, bu sefer de şöyle dedi:   ‘-Böylesine serpilip gelişmiş bir bağın hiçbir zaman yok olacağını asla ihtimal vermiyorum. Bazı geri kafalıların söylediği gibi, Kıyamet’in kopacağını da sanmıyorum. Faraza, dedikleri doğru çıkar, o son saat gelir çatar da Rabbimin huzuruna çıkarılacak olsam bile, hiç şüphem yok ve eminim ki orada da bunun yerine daha iyisini bulacağım.’ (18/32--36)                                                                                       

 

Böylece  servetinin ve evlatlarının çokluğuyla gururlanan, kafayı Dünya mallarına takmış olan bu kişi, Kıyamet’i, dolayısıyla Ahiret’i ve hesap gününü, neticede Allah’ı da inkar etmiş oldu.

 

Kendisiyle tartışmakta olan imanlı, akıllı, basiretli komşusu önce duyduklarına inanamadı, endişeyle irkildi ve servetine aldanıp da işi Allah’ı inkara kadar götüren komşusunu ağır bir dille ikaz etme gereği duydu. Ve ona hitaben şöyle dedi;

“-Yoksa sen, seni tozdan topraktan, sonra değersiz ve kirli bir döl suyundan (spermden) yaratıp da daha sonra seni eli ayağı güçlü bir adam biçimine sokan Allah’a karşı nankörlük mü yapıyorsun? Halbuki O Allah, senin de benim de Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam. Yazık, keşke bağına girdiğinde, sen de Rabbini saygıyla anıp; ‘Allah’ın dediği olur, çünkü yaratıcı güç sadece Allah’ın elindedir’ deseydin!                                                                                        Gelelim diğer meseleye;  Eğer malca ve evlatça beni kendinden güçsüz görüyorsan, ben de Rabbimin, dilerse bu Dünya’da da, ama Cennet’inde kesin olarak, senin bağından pekala daha hayırlısını bana vereceğini umuyorum.”

  

Basiretli komşusu, bağıyla bahçesiyle övünüp şımaran ve kapıldığı dünyalık sevdasının onu ahireti, dolayısıyla Allah’ı inkara götürdüğünü üzülerek fark etmişti. Gafil komşusuna, öncelikle kendisinin yaratılış safhalarını anlatmak suretiyle, bu kudretin sahibi olan Allah’ın Kıyamet’i de gerçekleştirme gücünde olduğunu ispatlamak istedi. Gerçek ve samimi bir inanmışlık örneği sergileyen komşusu, malıyla övünme gafletine kapılan adamı uyarmaya, aklını başına almaya ve ikaz etmeye şöyle devam etti:

 “-Buna karşılık Allah senin bağına gökten, hiç beklemediğin bir sırada afetler gönderir de bir de bakarsın ki, o çok güvenip öğündüğün bağın boş ve kaygan bir zemin haline gelip, yerle bir olabilir. Yahut canlılık kaynağı olan bağındaki su onu gönderen Allah’ın iradesiyle dibe çekilir de öyle bir ümitsizliğe ve çaresizliğe kapılırsın ki, bir daha onu bulup çıkarmaya yetecek gücün bile olmaz.’    (18/37--41)

 

Bu çok yerinde ve gerçeğin ifadesi olan ikazlar, malıyla övünen gafil adamı kendine getirmesine, aklını başına almasına, inkarından dönüp tövbe etmesine, Allah’a yönelip şükretmesine yetmedi. Ve nihayet; Çok geçmeden adamın ürünleri semadan ve yerden zühur eden felaketlerle kuşatılarak tarümar edildi. Sahibi, ‘bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmam’ dediği çardaklarını ve yere çökmüş haldeki bağını görünce, uğruna yaptığı masraflardan, boşa giden emeklerinden ötürü çırpınmaya başladı. Bağrına ve dizlerine vurarak;    ‘-Ah!..(ah!..)’ diyordu, ‘Keşke ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmamış olsaydım da bütün bunlar da başıma gelmemiş olsaydı!’

 

Ama artık ona Allah’tan başka yardım edecek yandaşları da yoktu; kendisi de bu felaketlere engel olabilecek durumda değildi. Malın gafletine kapılan ve onlarla övünen adam, geç de olsa anladı ki;  İşte burada yardım ve dostluk, sadece ve sadece Allah’a mahsustur. Artık iyice idrak etti ve gözleriyle de gördü ki;  Hak edilenin karşılığını vermekte de, sonucun ne olacağını belirlemekte de yegane söz sahibi olan O’dur. (18/42--44)  

                                                        ***                                                                           .                                                                                                      

Bu yaşanmış ibretlik olayı, Kıyamet’e kadar gelecek insanlara hatırlatmak üzere Kur’an’da beyan buyuran Hazreti Allah, aşağıdaki ayetlerdeki benzetmeleriyle de; Dünya hayatının geçiciliğini, ibret nazarıyla bakan insanların dikkatine sunmuştur. Nitekim, bir bitkide dahi kendi hayatının başlama, gelişme ve tükenip son bulma safhalarını açık bir şekilde görülebileceğini belirttikten sonra, insana yakışanın, dünyanın geçici ziynetlerine aldanmak yerine, kısa süren Dünya hayatında yapacağı iyi işlerle, ebedi saadete erişmenin yollarını bulup yerine getirmek olduğuna şöyle işaret etmiştir:

  

‘(Ey Muhammed) Onlara dünya hayatının şu ibretlik örneğini de ver: O gökten indirdiğimiz bir suya benzer; öyle ki, yerin bitkileri onu emerek zengin bir çeşitlilik içinde boy verip birbirine karışırlar, ama bütün bu canlılık ve çeşitlilik sonunda rüzgarın savurup götürdüğü çer çöpe döner. Allah, her şeye karar verip yapabilecek güçtedir. Mal mülk ve çocuklar dünya hayatının sadece gelip geçici birer süsleridirler; kalıcı olan, iman edip işlenen iyi ve erdemli davranışlar ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha değerli hem de ümit bağlamaya daha layıktır.’(18/45-46)     

KISSADAN HİSSE:

    *Yardım ve dostluk, sadece ve sadece Allah’a mahsustur; hak edilenin karşılığını vermekte de, sonucun ne olacağını belirlemekte de yegane söz sahibi olan O’dur. ( Allah, her şeye karar verip yapabilecek güçtedir. Mal mülk ve çocuklar dünya hayatının sadece gelip geçici birer süsleridirler; kalıcı olan, iman edip işlenen iyi ve erdemli davranışlar ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha değerli hem de ümit bağlamaya daha layıktır.’

*Alemlere rahmet, Hz. Muhammed’den (sav) iki ‘altın’ söz: “Allahü Teala, Müslüman kardeşine tevazu göstereni yükseltir, ona karşı üstünlük taslayanı da alçaltır.” 
“Hak Teala; ‘Mütevazı olun, büyüklenmeyin, zulmetmeyin’ diye bana vahyetti.”                 

Editöre Yazın