ÖĞRETMEN 17.12.2019 14:26:41

Anasayfa/ Hikayeler

ÖĞRETMEN

     Bir okuldaki çocukların öğretmenden dolayı başları dertteydi.   Öğretmen sıkıntıya düşsün de dersler boş geçsin diye aralarında konuşmaya başladılar.        

    “Hastalanmazsa, birkaç günlüğüne ondan nasıl uzak kalırız?

    Hastalanırsa, bu hapis hayatından, çalışmaktan kurtuluruz. Öğretmen granit taşı gibi sağlam” dediler.

    İçlerinde en zeki olanı bir çare buldu

   “Öğretmenim neden böyle sararmışsınız? Hayırdır inşallah; yüzünüzün rengi hiç de iyi değil.

    Ya havalardan böyle olmuşsunuz ya da ateşiniz var” diyeceğim.

    Öğretmen biraz kuruntuya kapılacak. Sonra, arkadaş, sen içeri girip aynı şeyleri diyeceksin.

    “Öğretmenim iyi misiniz? Hayırdır inşallah” diyeceksin.

    “Öğretmenin kuruntusu biraz daha artacak. Böyle kuruntularla akıllı adam bile delirir.

    Sonra üçüncü, dördüncü, beşinci de bizim arkamızdan “vah vah!” deyip üzülecekler.

    Otuz öğrenci bu lafları söyleyince o kuruntular iyice kök salacak.”

    Arkadaşları: “Aklınla bin yaşa, bahtın hep yar olsun sana!” dediler.

    Sonra sözden dönmemek üzere ahitleştiler. Zeki çocuk her birine, planı kimseye açmaması için yemin ettirdi.

    Ertesi gün çocuklar bu düşüncelerle okula geldiler.

    Herkes planı yapan ısrarcı arkadaşlarının gelmesini dışarda bekledi.

    Çünkü bu fikir ondan çıkmıştı. Baş ayaktan önce gelmez mi?

    İçeri girince: “Günaydın öğretmenim, yüzünü, sapsarı!” dedi.

     Öğretmen: “Hiçbir şeyim yok benim. Geç otur yerine, zevzeklik etme !“ dedi ama içine bir kurt düşmüş oldu. Biraz huzursuz oldu.

    Bir başkası girip aynı sözleri edince kuruntusu biraz daha arttı.

    Böylece kuruntusu büyüdükçe büyüdü ve kendisi de haline şaşar oldu.

    Öğretmenin kuruntudan ve  korkudan eli ayağı boşandı. Yerinden fırlayıp kilimi çekti.

    Öfkeyle karısı hakkında homurdanıyordu;

    “Sevgisi zayıf kadın, n’olacak! Şu halimi sormadı hiç.

     Güzel ya, kırıtmaktan sarhoş olmuş.

    Eşekten düşmüşe döndüm, haberi yok, haberi!”

    Kapıyı sertçe açıp içeri girdi, çocuklar da öğretmenin peşinden.

    Karısı: “Hayırdır inşallah, bugün erken geldin. Bir şeyin yok ya?”

    Öğretmen: Görmüyor musun, betime benzime baksana. Sıkıntımı elalem duydu.

    İlgisizliğinden benim ne halde olduğumu gördüğün yok!”

    Karısı: “Efendi bir şeyin yok senin. Bunlar kuruntu, manasız şeyler.”

    Öğretmen: “Hala inat, aynı inat. Bu değişikliğimi, şu titremelerimi görmüyor musun?

    Görmüyorsan duymuyorsan benim günahım ne? Benim sıkıntım bana yeter zaten’”

    Karısı: “Efendi, ayna getireyim, bak yüzüne. Benim günahsız olduğumu anla o zaman.”

    Öğretmen: “Ayna mayna istemem. Yatağımı sar de yatayım. Başım çok ağırlaştı.”

    Karısı biraz duralayınca yine sesini yükseltti:

    “Sallanıp durma, düşmanım değilsin herhalde! Bu sözlerim sana layık!”

    Karısı yatağı getirip serdi. İçinden: “Bir şey desem, olmaz, içi yanıyor.

    Ağzımı açsam, beni suçlayacak.

    Açmasam, kuruntusu ciddi ciddi hastalığa çevirecek” dedi.

    Hiçbir şeyi yokken insanın kuruntuya kapılıp kötüye yormaları onu hasta eder.

    Yatak serilince öğretmen attı kendini yatağa; ah edip inliyordu.

    Çocuklar da oraya oturdular, bir sıkıntı içinde usul usul okumaya başladılar.

    “Bu kadar şey yaptık ama yine hapisteyiz. Emeklerimiz boşa gitti” diyorlardı.

    İçlerinde zeki olanı: “Arkadaşlar, dersinizi okuyun, ama yüksek sesle” dedi.

    Herkes okumaya başlayınca: “Arkadaşlar, sesimiz öğretmeni rahatsız ediyor.

    Baş ağrısı şiddetlenecek. Buna değer mi?” dedi.

    Öğretmen: “Doğru söylüyor, gidin haydi, Başımın ağrısı arttı. Dışarı çıkın” dedi.

    Çocuklar yeri öpüp: “Geçmiş olsun öğretmenim” dediler.

    Yeme doğru koşan kuşlar gibi evlerine koştular.

    Anneleri kızıp: “Bugün okul var ama siz oyundasınız!” dedi.

     Çocuklar: “Anne, dinle bak, bizim suçumuz yok. Öğretmenimiz birden hastalandı da.”

    Anneleri: “Numara bunlar, yalan! Siz tek ayağınızın üstünde kırk yalan söylersiniz.

    Sabah öğretmene gidelim de şu numaranızın aslını anlayalım baaklım” dediler.

    Çocuklar: “Buyrun gidin. Yalan mı söylemişiz, doğru mu, anlayın” dediler.

    Sabahleyin çocukların anneleri öğretmenin evine geldiler. Öğretmeni ağır hastalar gibi yatakta gördüler.

    Üstündeki kalın yorgandan dolayı kan ter içinde kalmıştı. Çünkü yorganı başına kadar çekmişti.

    Yavaş yavaş inliyor, herkes bir yandan lahavle çekiyordu.

    “Geçmiş olsun hocam, nedir bu baş ağrısı? Hiç haberimiz olmadı? dediler.

    Öğretmen: “Benim de haberim yoktu. Bu veletler beni haberdar ettiler.

    Ders verme telaşıyla gaflete düşmüşüm. Meğer içimde böyle bir hastalık varmış!

   İnsan bir şeye kendini kaptırdı mı kendi hastalığını göremez.” dedi.

MEVLANA (Mesnevi isimli kitabından)

Not: Bu hikayeyi, Prof.Dr. Mehmet KANAR Türkçeleştirmiş ve Serhat Yayınla A. Ş. Mesnevi’den Seçmeler ismiyle -2005- yayınlamıştır.        H

 

Editöre Yazın