ÖLÜM’ÜN KISSASI
[Bu kıssadaki hadis-i şeriflerde; Kütüb-ü Sitte’den, âyetlerde ise DİB. onaylı Kur’an meallerinden yararlanılmıştır.]
‘Herkesin kaçınılmaz olarak yaşadğı/yaşayacağı ‘ölüm’ün kıssası olur mu? Hem de her şeyden fazla ders verici olması, üstelik her canlı, her insan için –ihtimalin ötesinde- hayatın kaçınılmaz bir safhası olması hasebiyle, ‘ölüm’ün bizatihi kendisi, hepimiz için ortak bir ‘baş kıssa’dır. (Her birimizin hayatı da, kişiye özel birer baş- altı kıssalardan sayılabilir.) Nitekim Hz. Muhammed (s.a.v.); “Kişiye nasihatçi olarak ölüm yeter” buyurmuşlardır. Yani hiçbir vaizin, -Kur’an hariç- bütün kitapların anlatamadığı ibreti, veremediği dersi, ifadeden aciz kaldığı nasihati ‘ölüm’ verir.
‘Ölüm’; ‘Bir insan, bir hayvan veya bitkide hayatın tam ve kesin olarak sona ermesi’ demektir. İnsanlar için biraz daha özelleştirirsek; ‘Birinci ve geçici Dünya hayatının sona erip, ebedi olan Ahiret yolculuğunun başlaması’ veya ‘Kıyamet Günü tekrar birleşmek üzere, ruhla bedenin ayrılması’ anıdır. ‘Emr-i Hak, irtihal, memat, mevt, vefat, ebedî uyku…’ terim ve kelimeleri de ‘ölüm’ anlamında kullanılmaktadır. ‘Ölüm’e; ‘sona erme, yok olma, ortadan kalkma’ anlamını verenler varsa da, bunlar dinî literatürde kabul gören tariflerden sayılmazlar.
Hz. Muhammed ölüm konusunda ; “Zevkleri bıçak gibi keseni -ölümü- çok hatırlayın!” (Ancak) “Hiçbiriniz ölmeyi istemesin. Ölüm kendiliğinden gelmeden önce de öleyim diye dua etmesin. İnsan ölünce hiçbir iyilik yapamaz. Müminin hayatta kalması iyiliklerini çoğaltır.” “-Hangi mümin daha akıllıdır ya Rasûlullah?” diye sorulduğunda da; “Ölümü sıkça hatırlayıp, ölümden sonrası için en iyi hazırlık yapan kimsedir. İşte gerçek akıllı insanlar onlardır.” mübarek ifadelerini kullanmıştır.
Allah (c.c.) tarafından Kur’an’da şöyle buyurulmaktadır ; “Her can, (nefis) ölümü tadacaktır.” (21/35), Göklerde ve yerde bulunan her şey fanidir, yani yok olup gidecektir (55/26). Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur (4/78), hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik (21/34). Sadece, “Allah yolunda öldürülenlere sakın ‘ölüler’ demeyin, çünkü onlar diridir, fakat siz farkında değilsiniz.” (2/154) Diğer taraftan; "Eğer ölümden veya (savaşta) öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size kesin olarak hiçbir yarar sağlamaz.”(33/16) .
***
Dünya’ya gelen her canlı için kaçınılmaz olan ölüme kim karar veriyor; Allah! “Allah zamanı gelmiş öleceklerin canlarını alır, öbürlerini ise kendisinin koyduğu bir mühlet için salıverir.”(39/42) “Güldüren de ağlatan da O (olduğu gibi) öldüren de O’dur, yaşatan da.”﴾53/43 44)
Allah’ın (c.c.) bu icraatının VAKTİ SAATİ
“Hiç kimse, tayin edilmiş belli bir vadeden önce, Allah’ın izni olmadan ölmez.” (3/145) Allah, sefere çıkan veya savaşa giren kardeşleri hakkında müminleri ikaz ediyor; "‘Onlar yanımızda olsalardı ölmezlerdi veya öldürülmezlerdi’ diyen inkârcılar gibi olmayın. Hayatı veren de (Kendisinin takdir ettiği süresi dolunca) öldüren de Allah’tır.” ﴾3/168) “Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; (takdir edilmiş zamanı geldiyse) yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş kalelerde olsanız bile.” (4/78) “Sonunda sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, elçilerimiz onun 'hayatına son verirler.' Onlar (bu işte, ne eksik ne fazla) hiç kimseyi atlamazlar.” (6/61) Velhasıl, Yaratıcı’mızın özüne tam vakıf olamadığımız hikmetli icraatlarına binaen, asırlık çınarlarla birlikte bazen fidanların, kimi zaman da yeni yetme filizlerin aslına rücu ettiğine şahit oluruz.
SEKERAT
‘İnsanın kendinden geçiren ölüm öncesi sarhoşluk halidir’ denebilir: Onun nasıl bir şey olduğunu tam tamına başından geçenler bilir, ama heyhat; onların da artık bir şey anlatacak durumları kalmamıştır. Kur’an o haldekilere şöyle tercüman oluyor; “(Ölüm döşeğindeki bir adamın son nefesi) boğazına dayandığı zaman, siz de (çaresiz bir şekilde) durup seyrederken; (Bizi) görmediğiniz halde Biz ona sizden daha yakınızdır.” (56/83--85) (Onlar o anda içlerinden ne geçirirler, haber vereyim mi;) “Rabbim! Beni(m ölümümü) yakın bir süreye kadar geciktirsen de, gönüllü yardımlarda bulunsam ve (iyi işler yapan) salihlerden olsam!” (63/10) Sekerat halinde insan; korkuyla gözleri dönmüş bir şekilde, -yardım dilemek için- etrafına bakınır durur. (33/19)
ÖLÜM ANI
Hele o an! Onun da ancak Allah (c.c.) bilir. Ancak Allah (c.c.) o bildiklerini kitap ve elçileri üzerinden henüz hayatta olanlara bildirir ki, o da O’nun büyük bir lütfudur. Ebedi hayata olması gereken gibi hazırlanmamız için, çok sevdiği biz kullarına bir kez daha rehberliğini esirgemez: “Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelince: ‘İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir.’” (50/19) Kötülüklere batmadan iman edip salih amellerde bulunanların durumu, hayatlarında olduğu gibi ölümlerinde de farklı olacaktır. (45/21) Nitekim; “O gün ne mal fayda verir, ne evlat! Yalnızca Allah’ın huzuruna kötülüklerden korunmuş bir kalple çıkanlar kurtulacaktır!” (26/88-89) Allah’ın çepeçevre kuşattığı kâfirler, ölüm anında karanlıklar içinde gök gürültüsü ve şimşeklerle yüklü olarak, gökten şiddetli bir yağmur fırtınasına tutulmuş gibidirler. Yıldırımların saldığı dehşetle, -aslında- ölüm korkusundan parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. (2/19)
Durum şudur; “Ne zaman ki, vereceği son nefes, ölen birinin boğazına gelip düğümlenir, ve insanlar; ‘onu kurtaracak şifacı bir hekim yok mu’ diye sorarlar. Hasta kendisi de anlar ki; bu beklenen ayrılma vaktidir. Ve dili dönmez, konuştuğu anlaşılmazken, ölüm korkusundan ve sancısından titreyerek bacakları da birbirine dolaşmaktadır; İşte o zaman sevk edilen yerin sadece Rabbinin huzuru olduğunu hisseder. Artık –inkârcılar için- son pişmanlık fayda etmez, çünkü o yaşadığı sürece hakikati kabul etmemişti ve aydınlığa kavuşmak için namaz kılmamıştı. Tam aksine hakikati yalanlamış ve ondan uzaklaşmış, sonra da çalım sata sata böbürlenerek yürüyüp yandaşlarına gitmişti.” ﴾75/26--33﴿
İşte böyle! Ne çare ki; başında bekleşenler için yapacak pek bir şey yok. Geride kalanlar bu son demler için ancak şunları yapabilirler. Birincisi; “Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır bırakma durumu varsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya, bilinen uygun ve meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah'a karşı bir hak olarak- insanlara farz kılındığı” (2/180) hatırlatılarak, bir sorumluluktan kurtulmasına yardımcı olunabilir.
İkincisi, Hz. Muhammed’in tavsiyesi üzerine, hastanın yanında Yasin Suresi, Kur’an veya dualar okunabilir.
Yine tavsiyeye uygun olarak imanla gidip, kurtulanlardan olması için; Ölmek üzere olanlarımıza ‘La ilahe illallah’ deme telkin edilir. Gel gelelim, kişi hayatını bu minval üzere yaşamamışsa, bu telkinin bir fayda sağlayacağı şüphelidir. İnsanlar, dalgınlık, baygınlık, narkoz alma veya uyku sayıklamalarında genellikle en çok tekrar ettikleri, kafalarını taktıkları şeyleri dillendirirler. Sekerat hali de bir ‘ölüm baygınlığı, sarhoşluğu’ olduğuna göre farklı bir durum nasıl beklenecektir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------
[NOT: Bu konularda çok kişinin çok hatırası olabilir, bizzat şahit olunan veya ‘ibretlik son’la ilgili nice duyumlarımız vardır. Mesela; ibadet halinde, iftar sofrasında, sevdiği evladı gurbetten yetişip de elini tutup ona son kez baktıktan sonra, arzuladığı hoca gelir gelmez, ya da tıraşını olup, boy abdestini alıp, güzel kokularını sürünüp,‘-demek ki vedalaşıyormuş da biz farkında olmamışız-’ dedirtecek şekilde ürkütüp korkutmadan yakınlarıyla helalleşip, tebessümle ruhunu teslim edenleri… Bir de argolu, küfürlü konuşma alışkanlığı olanların son kelimelerinin de öyle küfürlü oluşunu, ömrünü oyun masalarında geçirmiş birisinin, -hasta yatağında- elli ikilik iskambil kağıtlarıyla fal açarken vefat ettiğini, veya son dakikalarında; ‘Kızımı gelin edemedim, oğlumu everemedim!..’ cümlesini devamlı tekrar ede ede Azrail’le tanışanları…
Bir de şöyle bir olay anlatırlar; “Ölüm döşeğindeki adamın biri günlerdir; ‘Harç getir, tuğla ver, harç getir tuğla ver!’ diyor ve acılar içinde kıvranıyorsa da ruhunu teslim edemiyormuş. Sonradan gelen bir yakını durumu görünce, diğerlerine ‘şöyle çekilin ‘ diyerek, yaşlı hastanın kulağına bir şey fısıldıyor. Sonrasında hasta hemen ruhunu teslim ediyor. Ne söylediği merak edip sorulduğunda; ‘Paydoos!’ dedim diyor. Meğer rahmetli duvar ustasıymış, başka da bir tasası, takıntısı yokmuş.”
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Kişi vefat edince, yakınlarının o gün için yapabileceği son görevleri de, artık ‘mefta’ olarak anılan onu, dini vecibelere uygun olarak en güzel bir şekilde defnetmek olabilir.
***
Her canlı için o kaçınılmaz akıbetin gerçekleşip, ruhun teslim edilmesinden ve (kabre koyulmasından) sonraki durumu da yine yegâne kaynak olan Allah’tan (c.c.); O’nun elçisinden ve kitaplarından öğrenebiliyoruz:
“Allah hakkında yalan uydurup iftira düzen, alternatif fikirler üreten zalimlere ölümün şiddetli sarsıntıları ulaştığında, meleklerin ellerini uzatarak onlara: ‘Ruhlarınızı teslim edin! Allah’a geçek olmayan şeyler izafe ettiğiniz ve O’nun mesajlarını inatla küçümsediğiniz için bugün aşağılanacaksınız. İşte şimdi Biz’e yapayalnız geldiniz, tıpkı sizi ilk yarattığımız gibi ve hayatta iken size bahşettiğimiz her şeyi arkanızda bıraktınız. Allah’a ortak koştuğunuz şeyler de artık yanınızda değil. Gerçek şu ki, sizin (Dünya’daki hayatınızla) aranızdaki bütün bağlar artık kesilmiştir ve bütün eski dostlarınız sizi terk etmiştir.”(6/93-94) denilecek.
Yine ölüm safhasıyla ilgili; ‘Doğru yol kendileri için apaçık hale geldikten sonra ona arka dönenlerin, Şeytan’ın güzel gösterdiği yanlış yolda ilerlemiş olanların, Allah’ın gönderdiği vahiyden hoşlanmamış münafıkların canlarını melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura alacaklardır. Bunun sebebi, Allah’ı öfkelendiren şeylerin peşine düşmeleri ve O’nun hoşnut olacağı şeylerden nefret etmeleridir.’ ﴾47/25-28) Zaten “Sonunda, Ahirete inanmayanlardan birine ölüm geldiği zaman der ki: "Rabbim, beni hayata geri döndür, izin ver döneyim de, daha önce gözardı ettiğim konularda dürüst ve erdemli işler göreyim."(23/99-100)
"’Rabbimiz Allah’tır’ deyip de dosdoğru çizgide yaşayanların canları ise güzellikle alınacak ve melekler onlara; ‘Selam size, yaptıklarınıza karşılık olmak üzere girin Cennete!’ diyecekler (16/32), ayrıca üzerlerine inen başka melekler de şu müjdeyi vereceklerdir: ‘Korkmayın, kederlenmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin! Biz, Dünya hayatında da Ahirette de sizin dostunuzuz. Orada, çok bağışlayıcı, çok merhametli olan Allah’tan bir ikram olarak sizin için canınızın çektiği her şey bulunacak, yine orada umduğunuz her şeyi elde edeceksiniz!" ﴾41/30--32﴿ .
KABİR
Ölümün gerçekleşmesinden sonra, bedenlerin koyulacağı kabir ise, amellere göre; ‘Ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur. (Hz. Muhammed) Yine Allah’ın Elçisi’nin (s.a.v.) biz ümmetini ikaz sadedinde:
‘-Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur.’ buyurmuştu.
‘–O pişmanlık nedir ya Rasulallah?’ diye soruldu.
‘–(Ölen), muhsin (ihsan sahibi, salih) bir kişi ise, ‘bu halini daha fazla artıramamış olduğuna’; şayet kötü bir kişi ise, ‘kötülükten vazgeçerek halini ıslah etmediğine’ pişman olacaktır.” cevabını verdiler.
“(Allah buyurdu ki:) ‘Mal, mülk, servet ve çoklukla övünmek, sizi tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi. Öyle ki bu, kabre gidişinize, ölümünüze kadar sürdü." (102/1-2) “Allah; Dirilerle ölüler bir değildir, (Ben, hayattalarken) dilediğime elbette işittiririm; ama sen kabirlerdeki (ölülere) de işittirecek değilsin, (onların doğru sözü işitip, gereğince amel etme imkânları artık kalmamıştır)! ﴾35/22﴿ Allah’ın kendilerine gazap ettiği, o kabirde yatan inkârcılar, onlar yeniden dirileceklerinden ümit kestikleri gibi Ahiretten de ümit kesmiş, dost edinilmemeleri gereken bir topluluk idiler. ﴾60/13﴿ Ölenlerin arasından; cenaze namazları kılınmaması, mezarları başında durulmaması gereken, Allah ve resulünü inkâr etmiş ve yoldan sapmış olarak ölen münafıklar da vardır. ﴾9/84﴿ Kabirdekilere, ölümlerinden sonra yeniden diriltilecekleri Kıyamet Günü’ne kadar, yüzlerce, binlerce yıl da geçse, ‘Ne kadar kaldın? diye sorulsa o; "Bir gün veya bir günden az kaldım" diyecekti (2/259) “Nihayet Allah, onun/onların canını aldı ve kabre koydu. Sonra dilediği bir vakitte onu yeniden diriltecek.” ﴾80/21-22﴿
-----------------------------------------------------------------------------------------------
[NOT: Görüldüğü üzere, -En’am Suresi/9-94, Mü’minun Suresi/99-100 ve Bakara Suresi/259. ayetlerde bazı bağlantılar varsa da- Kur’an’da, o çok merak edilen ‘ilk sorgu’ ve ‘kabir azabı’ ile ilgili açık seçik bilgiler yoktur. Ancak hadis kaynaklı, çoğu âlimce -biraz farklılıklar olsa da- kabul gören rivayetler vardır. En yaygını; Ölüm anında cesetten ayrılan ruh, cenazenin kendisine ait olduğunu bilmeden insanların arasında dolaşır, konuşulanları duyar, yıkanışı, kabristana götürülüşü gözlemler,-‘iyiler’ acele gidilmesini ister- yakınlarının neden ağlaştığını merak eder ancak konuşup soramazmış. Ta ki kabre konulup üzeri örtülüp de, sorgulanmak üzere ruhu cesediyle tekrar birleştiğinde, ölenin kendisi olduğunu fark edermiş. Bazı cenaze defin merasimlerinde, toprak örtüldükten hemen sonra, hocalar cemaati biraz uzaklaştırıp ‘telkin’ verirler; ‘Kabirde o ilk gün sorulacak soruların cevabını hatırlatma mahiyetli’ olan bu telkine denk gelen safhada, öldüğünü anlayan kişi kalkmak için hamle yapacak, ancak kafası üst örtülere değecek ve kalkamayacakmış. (Karadeniz bölgesinde çok yaygın kullanılan; “Kafan dokuz tahtaya vurunca -yani iş işten geçince mi- akıllanacaksın !..” sözü buradan kaynaklanır.)
Sorgulama safhasıyla ilgili, kaynaklarda şu ayrıntılar da vardır; Hayatını şirk, zulüm, kul haklarına ve Mabud’un (c.c.) çizdiği hudutlara riayetsizlikle geçirenler, sorgu meleklerinin hal ve tavırlarından korkuya kapılıp, bildikleri basit soruların da cevabını veremeyeceklermiş. Sonra çirkin yüzlü çirkin elbiseli pis kokulu bir kişi yanına gelecek, sorulduğunda; “Ben senin kötü amellerinim” diyecek ve birlikte, kıyamete kadar ‘çok sıkıntılı’ bir dönem geçireceklermiş. Buna karşılık, ömrünü iman dairesinde iyi işler yaparak… geçirenlerin sorgulanması ise gayet kolay geçecek, onlara melekler sorularını tatlı bir dille; “Rabbin Allah, değil mi?, Nebin Muhammed, değil mi?, Dinin İslam, değil mi?” şeklinde soracak, mevtaya da sadece “evet” demek kalacakmış. Sonunda yanına güzel yüzlü, hoş kokulu, güzel elbiseli bir kişi gelecek, sorulduğunda; “Ben senin salih amellerinim” diyecek ve seyrinden usanılmayan, vaktin nasıl geçtiği fark edilmeyen güzel manzaralı bir ortamda, Kıyamete kadar ona arkadaşlık edecekmiş. (İlk gün kişi kabre koyulup ta sualler başlarken, akşam namazı sonrası nafile ‘evvabin’ namazına devam edenlerin yanına, sevecen ve güven veren bir kişinin gelerek, mevtaya sorgulanmasında yardım edeceğine dair bir rivayet -zayıf da olsa- ayrıca vardır.)]
----------------------------------------------------------------------------------------------------------
Allah (c.c.) buyuruyor ki; “Allah’a karşı sorumluluk bilinci duyanlar ise (44/51) orada (Cennette), Dünya’da tattıkları ilk ölüm acısından başka bir ölüm tatmayacaklar. Rabbin, onları bir lütuf olarak Cehennem ateşinin azabından da koruyacak. İşte büyük kazanç budur!” ﴾44-56-57﴿ [Buradan, Cennetliklerin tekrar ölüm acısı tatmamalarına mukabil, ‘itaatsiz günahkârların ölüp ölüp dirilecekleri, tekrar tekrar ilk ölümlerindekine benzer acı çekecekleri ’ anlaşılabilir.]
----------------------------------------------------------------------------
KISSADAN HİSSE
* ‘Ölüm’ün Kıssası’nda geçen her ayet her hadis, aslında birer ibret birer ders birer kıssa değerinde. Özetin özeti: Hz. Muhammed’in (s.a.v.); ’Kişiye nasihatçi olarak ölüm yeter!’ buyurmalarıdır. Yani ‘hiçbir vaizin, -Kur’an hariç- bütün kitapların anlatamadığı ibreti, veremediği dersi, ifadeden aciz kalınan öğüdü ‘ölüm’ verir!’ mealindeki mübarek sözüdür. O ölüm ki; nice Firavunlar’a, Nemrutlar’a, Karunlar’a, nice ‘küçük dağları ben yarattım’ edasıyla, böbürlenip çalım satanlara haddini bildirendir. Yine o ölüm, bütün insanlar için ruh Allah’a (c.c.) teslim edildiğinde; nice bakımlı bedenlerin, takım takım giyeceklerin, göz alıcı bineklerin, hesaba gelmez servetlerin, hevesle yaptırılan sarayların/ikamet-hanelerin, yüzlerine baktıkça bakılan evlad-ü iyalin, aşkların kinlerin, gittikçe çoğalan arzu ve emellerin… terk edilerek, sıcacık yataklara karşılık -herkes gibi- bir beyaz beze sarılıp, iki metre karelik soğuk toprağa bırakıldıktan sonra, en sevenlerinin bile o ıssız yerde seni –hayatta iken yapıp ettiklerinle baş başa- bırakarak dönüp gittikleri, ibretlerle dolu, gerçek ve kaçınılması mümkün olmayan, Dünyadaki son bir sahnedir.
*Ölüm gerçeğinden mâdem ki kaçış yok, o halde yapılabilecek yegâne akıllılık; ‘Ölümü sıkça hatırlayıp, ölümden sonrası için en iyi hazırlık yapan kimselerden’ ve ‘Dünya’da sanki garip bir yolcu gibi’ olmaya, ‘gerçek ve ebedi olan Ahiret hayatını çok önemseyip, fani süslerle bezeli Dünya hayatına olması gerekenden fazla dalmamaya’ bakmalıdır. Allah’a (c.c.) ve öngördüklerine inanmaya, farz ibadetlere ilgi duyup önemsemeye, hatalarımız eksiklerimiz, günahlarımız çok olsa da zalimlerden olmamaya, özellikle –Allah’ın şehitlerde bile affetmeyeceğini buyurduğu- ‘kul haklarıyla’ ölmemeye özen göstermelidir. Böylece ölüme, ölümün arkasından gelecek olan Kıyamet Gününe ve O gün Mahşer Meydanı’nda Allah’a (c.c.) hesap vermeye hazır olmalıdır.
-----------------------------------------------------------------------------------------------
Hasan KUTLUTAŞ