ADAB-I MUAŞERET 21.12.2019 14:28:10

Anasayfa/ Makaleler

Dersimiz Hayat Bilgisi, Konumuz:

ADAB-I MUAŞERET (1)

     “Örnek ve gerçek öğretmen” arkadaşlarımdan İrfan Dağtaş, 1960’larda Hayat Bilgisi dersinde okutulan 22 maddelik “Adab-ı Muaşeret ilkeleri”ni içeren bir belge gönderdi; 60 yıl önce, ‘görgü kuralları’ olarak nelerin konu edinilip işlendiğinin belgesi… Doğrusu duygulandım, hayallerim maziye kaydı. Zira bu belge, 60-65 yıl önce öğrenciliğimde okutulan, 50-55 yıl önce öğretmenliğimde okuttuğum ve çok sevdiğim; Toplu yaşamanın beraberinde dikkat etmemiz gereken hususları, tabiat ve çevre bilgisini bilincini, sanat dallarını, sağlık bilgilerini, ahlaki kriterleri ve ilgili metinlerini, vatan millet sevgisini, milli tarih bilincini… konu edinip işleyen, doyumsuz Hayat Bilgisi ve onun bir üst versiyonu olan Yurttaşlık Bilgisi dersini hatırlattı.

        İlkokulların ilk üç sınıfında, genel ‘görgü kuralları’ diğer sosyal bilgiler müfredatıyla iç içe ‘Hayat Bilgisi’ adı altında, haftada 4-6 saat okutuluyordu. İlkokul 4. Ve 5. sınıflar ile ortaokul 1. ve 2. sınıflarda da ‘Yurttaşlık Bilgisi’ adı altında bağımsız bir ders vardı. İlköğretmen Okulu ve Eğitim Enstitüleri’nde ise bu derslerin öğretmenliği için ayrıca eğitim alırdık.

       Ortaokuldaki Yurttaşlık Bilgisi dersi, geçme kalma kaygısı taşımadan, -ki bu dersten bütünlemeye kalındığını hiç hatırlamıyorum- tamamen severek benimsenerek önemsenerek, pratikteki değerinin bilinciyle okunan okutulan, eğitsel ağırlıklı bir dersti.

         Bu derslerin tarihçesini araştırdım; Okullara Hayat Bilgisi dersi ilk defa 1869’da, Maarif Nazırı Saffet Paşa zamanında koyulmuş. Osmanlı’dan seçilip devam ettirilen kurum ve uygulamalardan birisi olarak bu ders, Cumhuriyet Devrimizde de benimsenerek eğitim öğretim müfredatındaki yerini korumuştur. 1924’te ‘Vatandaşlık Bilgisi’ olan dersin adı 1927’de ‘Yurt Bilgisi’, 1948’de ise ‘Yurttaşlık Bilgisi’ olmuştur. 1968’de bu dersin konuları, ‘Sosyal Bilgiler’ dersine eklenerek ayrı bir ders olmaktan çıkartılmış, ancak 1985’te ‘Vatandaşlık Bilgisi’ adıyla tekrar konmuştur. Bu ders 2007’de yine kaldırılmış, 2010’da ise ‘Avrupa Birliği tam üyelik görüşmeleri kapsamında’ bu defa  ‘İnsan Hakları, Yurttaşlık ve Demokrasi’ adı altında, ilkokul 4. Sınıflarda haftada 2 saat mecburi, ‘Demokrasi ve İnsan Hakları’ adıyla 9.10.11.12. sınıflarda, haftada 1’er saat seçmeli ders olarak okutulur olmuştur, halen de okutulmaktadır. Hayat Bilgisi dersi ise, ilkokul 1.2.3. sınıflarda haftada 4+4+3 saat olarak okutulmaya devam etmektedir. 4. Sınıflarda ayrıca haftada 1 saat ‘Trafik Güvenliği’ dersi okutulmaktadır. Diğer taraftan 4. Sınıftan 11. sınıfa kadar haftada 2’şer saat mecburi dersler kategorisinde okutulan ‘Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi’ derslerini de bu dersler familyasında değerlendirebiliriz. Mecburi eğitimin 9. Sınıfında haftada 1 saat ‘Sağlık Bilgisi ve Trafik Kültürü’ mecburi olarak okutulmaktadır. Yine 9.10.11.12. sınıflarda, haftada 1 veya 2 saat olarak seçmeli ‘Temel Dini Bilgiler’ dersi vardır.    

***

          Burada bir nostaljik konuya daha değinmek istiyorum; İlkokullu ortaokullu yıllarımızda, karnelerimizde bir “Hal ve Gidiş” not hanesi bulunurdu. Bu müfredatı saati olan bir ders değildi, öğrenci hakkında ’sınıf öğretmeninin -her dönem sonunda- verdiği bir ‘kanaat notu’ idi. Ve hemen hepimizinki 10 üzerinden 10, yani ‘Pekiyi’ olurdu. Bu notun 10 üzerinden 9,5 veya 9 olması demek, o öğrencide ciddi bir davranış bozukluğunun bulunduğu anlamına gelirdi ki, notumuzun ‘pekiyi’nin altına düşmemesi için ‘hal ve gidiş’imize çok dikkat ederdik. Yani ‘ağırlığı olan’ bir nottu. Şimdilerde bu isim altında olmasa bile, karnelerde değişik isimlerle (Öz Bakım, Çözüm Odaklı Olma, Çevreye Duyarlılık…vb) öğretmen kanaatini içeren not haneleri bulunmaktadır. Bu çokluk yerine, tek bir ‘Hal ve Gidiş’ notu, sanki daha bir etkiliydi. Belki biz eskilere öyle geliyordur.(2)  

***

        Başta sözünü ettiğim, ‘İrfan Bey Öğretmenimin’ sizlerle de paylaşılması niyetiyle gönderdiği belge şu;

 

        Tek tek incelendiğinde görüleceği üzere, hemen hepsi önemli kriterler. Öğretimi eğitime dönüştüren, yorumlanıp özümsendiğinde, kişiye seviye kazandıracak değerler. Özellikle gençlerimize, bu kriterleri kendi günlük hayatları ve çevrelerinde gördükleriyle karşılaştırıp, uymayan davranışlarda bu ölçülere uyma niyeti kurmalarını öneririm.

        Burada gereksiz görülen, “artık mazide kaldı…” denebilecek maddeler var mı bilemiyorum, bence yok. Hatta günümüz ihtiyaçlarına göre, eksiği var fazlası yok. Mesela şuna rastladım, listeye vakıf olan gençlerden birisi; “Hepsi tamam da ‘ellerin pantolon cebine sokulmasının görgü kurallarına aykırılığını anlayamıyorum…’ dedi. Sevgili gençler, -samimi arkadaş ortamları hariç- bir başkasının karşısında bir elin pantolon cebinde olması, o kişiyi ‘küçümseme’ anlamına gelir, hele iki elin iki cepte olması, açıkça ‘ben sana saygı duymuyorum…’ demektir. Bu konu, bence, dikkat edilmesinde fayda olan incelikli bir nezaket kuralıdır.

      Benim de aklıma başka bir husus takıldı; “Başkalarının yanında ayakları uzatarak oturulmaz” denmiş te, “başkalarının yanında -izin almadan- ayak ayak üzerine atarak oturulmaz” denmemiş. Acaba o zamanlarda ‘ayak ayak üstüne atarak oturma alışkanlığı hiç görülmediğinden mi yazılmamış… diye merak ediyorum. Zorunluluk yokken, birisinin -hele yaşça büyüklerin- yanında ayak ayak üstüne atarak oturmak, muhataba gerekli saygıyı duymamanın belirtisidir. Bu mesele 23. madde olabilirdi.

        65-60 yıl önce okuduğum, 55-50 yıl önce öğretmenliğini yaptığım Hayat Bilgisi veya Yurttaşlık Bilgisi dersinin ‘Adab-ı Muaşeret’ (şimdiki adı ‘Görgü Kuralları’) konusunu, içinde bulunduğumuz zamanda, gene bütün öğrencilerimin katılımıyla işleseydik, her birinden gelen önerileri ‘kara tahtaya’ tebeşirle yazsaydık (şimdi ‘akıllı tahta’yı nasıl kullanıyorlar onu da bilmiyorum) kesinlikle çok fonksiyonel, çok güncel, çok zevkli bir ders saati yaşamış olurduk… O sınıfça katılımlı derste, muhtemelen önceliklerimiz, günlük hayatımızı adeta esir alan; iletişim, bilişim sonra da ulaşım konuları olurdu. Ve yine mesela ‘iletişim-bilişimle ilgili olarak muhtemelen şunlar önerilirdi:

        İLETİŞİM VE BİLİŞİMLE İLGİLİ GÖRGÜ KURALLARI:

        Dikkatinizi çekmiş olabilir; yukarıdaki 1960’lı yıllara ait “Adabı-ı Muaşeret” listesinde, bilişimle (bilgisayar, internet vb.) ilgili hiç madde yok, iletişimle (telefon kullanımı) ile ilgili ise sadece bir tane kural yazılmış, biz de onunla başlayalım;

       A)Telefon Açma Ve Konuşmaya Başlama Adabı;

       1-Telefon eden önce kendisini tanıtır. (Buraya şu ekleme yapılabilir: “Beni tanımadın mı?”, “hele biraz düşün” gibi ifadelerle söze başlamak, gereksiz ve karşı tarafı güç durumda bırakma ihtimali olan önemli bir görgü kuralı ihlalidir.)

        Telefon eden bu kuralı uygulamıyor, yani konuşmaya başlamıyorsa, o durumda telefon edilen konuşmaya başlar.

         2-Kendini tanıtmadan; “Orası neresi?”, “Kimsiniz?”,  “Kiminle görüşüyorum?”, “Bana Ahmet’i verir misin?” … demez.

         3-Telefon açıp da, kendini tanıtmadan “kimsiniz?” diyene, emin olunmadan, isim soy isim söylenmez.

          4-Telefon açıldığında, anadilimizde ve örfümüzde bulunan güzel bir selam ifadesiyle konuşmaya başlanır; tanımadığımız birisiyle konuşacaksak, mesela; “iyi günler” “iyi akşamlar” … demek gerekir. Tanıdığımız birisiyle konuşacaksak, statüsüne uygun bir hitapla başlayıp, kısaca hal hatır sorulduktan sonra “***’le görüşecektim.” denir veya asıl konuya girilir.

           5-Telefonda konuşmaya başlarken üst asta hatır sorabilir, ast üste sormaz.

 

 

         6-Karşı tarafa bir danışmada bulunulacaksa, bir konu izah edilecekse, tanıtım ve saygı selam cümlelerinden sonra ; “… dakikanızı almak istiyorum, müsait misiniz?” diye sorulur, müsaitse konuya girilir.

        7-Santral, sekreter… gibi görevlilere isim sorulmaz.

        8-Aramalarda telefon, dört veya beş seferden fazla çaldırılmaz.

        9-Cevapsızlık durumunda beş dakikadan daha kısa sürelerle tekrar tekrar aranmaz, iki defa aradıktan sonra karşı tarafın sizi araması beklenir veya önemli durumlarda aranmanız için mesaj bırakılıp beklenir.

        10- Önemli ve zaruri bir durum olmadıkça muhatap, -rahatsız etmemek için- günün çok erken (saat 10.oo‘dan önce) veya –merak ve endişe uyandırmamak için- geç saatlerinde (saat 22.oo‘den sonra), yemekte, namazda, cumada… olabileceği saatlerde aranmaz.

Ancak; resmi daireler ve kurumsallaşmış özel iş yerleri sadece mesai saatlerinde içerisinde aranır.

       

        11-Ulaşılamama durumunda üst kişilere “Beni arasın” diye not bırakılmaz. “Aradığımı bildirirseniz memnun olurum.” veya “Aradığımı not alırsanız memnun olurum…” denebilir

        12-Yanlış numara çevrilmişse, mutlaka “özür dilenerek” kapatılır.  

         B)Telefona Cevap Verme Adabı;

         1-Gelen telefona; tanıdık değilse, “alo” ifadesiyle değil, “efendim” … diye, tanıdık birisi ise, en uygun bir kelimeyle; “buyurun dayıcığım!”, “Efendim Zeynep!” gibi, üst seviyelilere, “Buyurun Efendim!” gibi ifadelerle konuşmaya başlanır.

         2-Bir kurumun veya iş yerinin telefonu çaldığında; ilk olarak, kurumun veya iş yerinin ismi söylenir, gerekli hallerde, isim ve görev de eklenir; “Kıssa Tadında Yayınları. Ben yayın koordinatörü *** Buyurun…” gibi. Öncelikle; “Kimsiniz, kimi aramıştınız…?”  denmez.

          3-Telefonu açan isim vererek görüşmek istediği ismi söylediğinde, bizsek “buyurun benim”, istenen başkasıysa, arayana ismi sorulmaz, ”tabii, veriyorum, iyi günler…” denir. Amir veya büyükler; “kim olduğu öğrenilerek“ kendisine verilmesini istiyorsa, arayana; “kim diyelim efendim?” denir.

          Aranan kişi yoksa, “henüz gelmediler”, ”yardımcı olabilir miyim”, “gelince notunuzu iletebilirim…” vb. denir.

          4-Sekreter, santral vb. görevliler, konuşmaya kendi isimlerini vererek başlamaz, sorulursa söyleyebilir.

          5-Başkasının telefonuna cevap vermek gerektiğinde, önce telefon sahibinin adı, sonra kendi adımız veya yakınlığımız, sonra da neden kendisinin cevap veremediği açıklanır.

          6-Telefon açan kendisini tanıtmadıysa; kayıtlı da değilse; “özür dilerim, kiminle görüşüyorum?” diye sorulur.

          C)Telefonda Konuşma Adabı;

           1- Telefonda öz ve az konuşulur, gereksiz yere uzatılmaz.

           2-Başkalarının da  bulunduğu mekanlarda konuşurken, telefonun hoparlörü açılmaz

           3-Telefonda konuşurken, kısık veya çok yüksek sesle konuşulmaz, olağan ses tonuyla konuşulur, abartılı övgülere girilmez. (19. Maddeye de bak.)

           4-Telefonda konuşurken, kelimeler -hızlı bir tempoda değil- açık ve anlaşılır şekilde söylenir.

           5-Bir şey yerken, sakız çiğnerken telefonla konuşulmaz.

           6-Önemli bir şeyi düşünürken, bir şeyle meşgulken, yanınızdaki bir kişiyle de konuşuyorken, bir şey okuyorken, trafikte araç kullanıyorken… telefonla konuşulmaz

           7-Toplu taşıma araçlarında telefonla konuşulmaz, zaruri hallerde veya gelen telefona kısaca ve sessizce cevap verilip kapatılır.

          8-Yolda yürürken (birine çarpma, kaza yapma ihtimaline karşı) telefonla uzun konuşulmaz.

          9-Araç kullanırken telefonun mesaj yazma vb. fonksiyonlarla… katiyetle meşgul olunmaz.

          10-Telefonda konuşurken karşıdakinin sözü kesilmez, acelecilik yapılmaz.

          11-Yanımızda telefonla konuşuluyorsa, kulak misafiri olunmaz, kapatınca “kiminle konuştuğu” sorulmaz. (Aile içi durumlar farklı değerlendirilebilir.)

          12-Taşıtlarda, asansörde, başkalarının olduğu yerlerde, alçak sesle ve kısa konuşulur.

          13-Lokantada, yemekte iken telefon açılmaz, gelen telefona kısaca cevap verilip kapatılır.

          14-Bayram, kandil, cuma vb. kutlamalar, taziye (başsağlığı), tebrikler, ‘geçmiş olsun’ görüşmeleri… olabildiğince kısa tutulup, uzun sohbetlere dönüştürülmez.

           15- Kaza, hastalık, ölüm… gibi üzücü haberleri verirken, telaşlı, ağlamaklı…

konuşarak tedirginlik ve üzüntü artırılmaz.

         . 16-Bir üst makama girerken telefon kapatılır veya sessize alınır. Çok önemli gelen telefon olursa, makam sahibinden izin alınıp kısaca görüşülür.

           17-Telefon konuşmalarında, aile yakınlarımız hariç, başkalarıyla konuşurken “canım, hayatım…” gibi kelimelerin kullanım alışkanlığı edinilmez.

           18- Erkekler olarak; kamuda, bankalarda, şirketlerde çalışan bayanlar telefona çıktığında, ciddiyet dahilinde hitap edilir, gayri ciddi, samimiyet içerikli… hitaplardan kaçınılır.

           Bayan görevliler de muhatapların ciddiyetsiz ve konu dışı konuşmalarına fırsat vermezler.

           19-İslami inancı, ölçüleri ve terbiyeyi önemseyen bayanlar, yabancı erkeklerle konuşurken; ‘ciddi  ve alçak sesle’ konuşurlar, yumuşak, edalı, işveli… konuşmazlar.  Hz. Muhammed’in (sav) şu tavsiyesini dikkate alırlar:“Özellikle kocalarınızla gayet cilve ve işve ile konuşabilirsiniz, onlara güzel görünmek için istediğiniz nezaketi yapabilirsiniz. Lakin yabancı erkeklerle konuşurken ciddi, kaba ve kısık sesle konuşunuz. Çünkü kadınlara karşı zafiyeti olan, onların konuşmalarından anlam çıkartabilen ahlaksız kimseler, sizlerin nezaketinizi kötüye yorumlamak suretiyle hakkınızda fenalıklar düşünebilirler. Bu sebeple fitneye sebep olmayınız.” (İbnu Kesir Tefsiri,III/482 – Dr M.Zeki Duman, Kur’an’ı Kerim’de Adab-ı Muaşeret-Görgü Kuralları, Tuğra Neşriyat, 1989, sayfa:72-73).

Ayrıca;  Allah-ü Taala: “(Kadınlar) sözü yumuşak söylemesinler. Sonra kalbinde maraz bulunanlar tamaha düşerler. Ağır başlı ve ma’ruf veçhile (akıl ve nakille İslanın bir esası olduğunu bilerek) konuşsunlar.” (Azhab Suresi/Ayet:32) Ayet-i Kerimesi ile kadınların dikkatlerini çekmiş, “erkeklerle konuşurken cahiliyye devri kadınlarının yaptıkları gibi kelimenin sonunu keserek, yumuşak sesle, içi gıcıklayıcı, işve ve eda ile kalpte alaka uyandıracak tarzda cilveli konuşmamalarını; aksine yumuşak olmayan bir ses ve düzgün bir kelam ile, kalpte şüphe uyandırmayacak şekilde konuşmalarını emretmiştir.” (Kurtubi el Cami, XIV/177) Çünkü kadınların sesi genellikle fıtraten okşayıcıdır. Bir de buna, kibar görünmek ve nezaket kabul ederek cilve ve yumuşaklık eklenirse, erkeklerin dikkatini çekebileceği gibi özellikle kalbi bozuk olanların alakasını da uyandırabilir. Hakkında kötü düşünülmesine sebep olabilir. Bu sebeple Allah Taala, mü’min kadınların hepsine hitapla bu şekilde tasannu’dan (yapmacık hareketlerden) kaçınmalarını emretmiştir. ( Dr M.Zeki Duman, a.g.e. sayfa:196-197)

  1. D) Telefon Kapatma Adabı;

             1-Kapatırken de, yine nazikçe, anadilimizden güzel bir veda ifadesiyle konuşmayı sonlandırılır.

             2- Karşı taraf söyleyeceklerini iyice bitirmeden, acele edilip telefon kapatılmaz.

            3-Yaşça makamca büyüklerle konuştuktan sonra, telefonu ilk kapatan olunmaz.

            4- Eşit statülü durumlarda, konuşmayı bitirme önceliği açan kişinindir.

            5-Konuşma bitince telefon sertçe kapatılmaz.

            6-‘Tacizci’ veya ‘dolandırıcı’ değilse, karşı tarafın yüzüne –bilinçli olarak- telefon kapatmak, en büyük bir hakaret sayılır.

  1. E) Cep Telefonu Kullanma Adabı;

             1- Cep telefonlarının uyarı sesleri makul melodi ve seslerden seçilir.

             2- Cep telefonlarının uyarı ses tonu, etrafı rahatsız etmeyecek bir seviyeye ayarlanır.

             3- Cep telefonu kullanma yasağı olan yerlerde bu yasağa uyulur.

             4- Cumada vaaz veya hutbe dinlenirken telefonun fonksiyonlarıyla oynanmaz.

             5- İbadethane, konferans, sinema, düğün vb ortamlarında, telefon sessize alınır veya kapatılır.

             6- Cep telefonuyla birisi aranacaksa bizzat açılır, ancak personel, müşteriler… vb. sekreter veya bir personele aratılabilir.

             7- Olağanüstü haller hariç, başkalarının telefonu istenip kullanılmaz, keza mutlak güvenmediğimiz kişilere (kanun kaçağı kişilerle yasa dışı konuşma yapması, birisine hakaret etmesi, banka hesaplarınıza girmesi, kayıtlı şifrelerinize vakıf olabilmesi, yanlışlıkla hafızayı silmesi… ihtimaline karşı) telefon verilmez.

             8- Bir başkasına ait telefon kurcalanmaz, hafızasına girilmez, kimlerle konuştuğuna dair tecessüs gösterilmez.

             9- Uzmanların öngördüğü yaşlardan önce çocuklara telefon alınmaz, telefonla konuşmaları teşvik edilmez. (Önerilen telefon edinme yaşı; 12-14’dür.)

  1. F) Mesaj, a-mail, Facebook, Tivitter, İnstagram, WathSapp …vb. Kullanım Adabı; .        

            1- Paylaşımlarında, genel ahlaka aykırı, müstehcen, küfürlü, kırıcı, infial uyandırıcı, doğruluğundan şüphe edilen, özel hayata giren… vb. ibare ifade resim videolar… paylaşılmaz.

            2- Mesajlar kısa ve öz tutulur.                                                                                                          .           3- Sosyal medya arkadaşlıklarından ziyade, gerçek ve iyi arkadaşlar edinilir.

            4- Mesaj, taziye ve tebriklerde, muhataba göre en uygun ünvanlar tercih edilir.       

            5- Telesekretere nazik bir cümle konur. Telesekreter mesajıyla geciktirilen cevapsız telefonlara, müsait olunduğunda gecikmeden cevap verilir.

  1. G) İletişimde Dikkat Edilmesi Gereken Diğer Hususlar;

             1- Ev telefonu çaldığında –evde isek- telefona bizzat bakılır, çocuklar veya hizmetçiler muhatap edilmez.

             2-Hasta olanlar veya kulağı ağır iştenler telefona çıkmazlar.

             3- Misafirimiz geldiğinde, televizyon, bilgisayar veya telefonla meşgul olunmaz, misafirle ilgilenilir, onunla sohbet edilir.

             4-Aile bireyleri, özellikle eşler, telefon görüşmelerini birbirinden saklı gizli yaparak “güven sarsıcı” bir ortama sebep olmazlar. (Not: Bu tür ‘güven sarsıcı’ olaylar –şikayet konusu yapıldığında- eşler için bir ‘boşanma sebebi sayılbileceğine’ dair Yargıtay içtihadı mevcuttur; K.Tarihi:02.05.2017, Y.2.H.D. E:2016/25633, K:2017/5138) 

             5- Düğün gibi önemli davetler, telefon ya da mesajla yapılmaz, keza davetiyeyi alan da kutlamasını telefon veya mesajla değil, olabildiğince bizzat yapar.

             6- Dede, nine, baba, anne, dayı, amca… öğretmen, amir… vb. büyüklere -mesaj çekmek yerine- telefonla bizzat aranması tercih edilir.

             7-Bir toplulukta iken veya birisi ile karşılıklı konuşurken, uzun telefon konuşması yapılmaz, telefonla oynanmaz, ikide bir ‘mesaj gönderen var mı’ diye bakılmaz, mutlaka gönderilmesi gereken kısa bir mesaj varsa, muhataptan izin alınarak kısaca yazılır.

.           8- Çok geçerli bir gerekçe yoksa, her cevapsız kalan arayana, müsait olunduğunda cevap verilir, cevapsızlıkla ilgili kısa mazeret beyanında bulunulur.

           9- Devlet veya özel sektörde çalışan bir aile bireyi -hayati bir durum olmadıkça- çalışma saatlerinde telefonla aranıp meşgul edilmez, keza çalışan da, mesai saatlerinde özel ve gereksiz aramalar yapmaz.

           10-Resmi veya özel sektör çalışanları, telefonla özel görüşme yapıyorlarken herhangi bir iş için gelen kişi/kişiler olursa, - bekletmemek için, karşı kişiden izin isteyip- hemen özel konuşma kesilir ve gelen kişinin işiyle ilgilenilir.

           11- Özellikle ankesörlü telefonlarda mümkün olduğunca kısa görüşülür.

           12- Ankesörlü telefonlara para veya özel jetonu dışında yabancı maddeler atılmaz

           Kıymetli okuyucularım, doldurmaya çalıştığımız 40 dakikalık bir Hayat Bilgisi veya Yurttaşlık Bilgisi dersinin böyle bir şey olduğunu hep beraber hatırlamışsınızdır. Okurken sizlerin de aklına güzel şeyler gelmiş olabilir, “keşke ben de orada olsaydım da, şu maddeleri ilave ettirseydim” dediğiniz varsa, onları lütfen sitemizin iletişim kanallarından birisiyle bize ulaştırınız. Sonuçta, her birimizin ortak değerleri olan ortak yaşama kültürüne katkı vermekten söz ediyoruz. Adab-ı Muaşeret (görgü kuralları) hepimizle ilgili, zenginleştirip yeni kuşaklara aktarmamız gereken, insanlara değer katan ve birbirine sevdiren, işleri ve toplumsal yaşantıyı kolaylaştıran… hepimizin ortak malıdır.

 

NOT’lar;

(1): Adab-ı Muaşeret; ‘Adap’ edep kelimesinin çoğul şeklidir. ‘Edep’ ise, toplumca kabul görmüş geleneklere uygun davranma, -gereken yerde- utanma çekinme sıkılma duygusu, nezaket ve incelik demektir. ’Muaşeret’ ise, Birlikte yaşayan insanların iyi ilişkiler içinde olmalarını, nazik ve kibar davranmalarını sağlayan bilgilerdir. ‘Adab-ı Muaşeret’ en geniş manada ‘görgü kuralları’ demektir.

(2) 1980’lerden önce bu ‘Hal ve Gidiş’ o kadar önemsenen benimsenen bir terimdi ki, yakın tanışıklığı olan yaşıtlar karşılaştıklarında veya büyükler gençlere ‘kapsamlı olarak, nasılsınız?’ anlamında ‘hal ve gidiş nasıl?’ derlerdi.

 

Editöre Yazın