HAZRETİ ÖMER’İN MÜSLÜMAN OLMASI VE TA-HA SURESİ’NİN İLK 76 AYETİ
Adil kişiliği ve yönetimiyle asırlardır ve halen örnek insan olarak anılan, on yıllık halifeliği (İslam devletinin başkanlığı) döneminde, İslam dininin; İran, Irak, Kuzey Suriye, Güneydoğu Anadolu, Filistin, Lübnan, Mısır… gibi geniş bölgelere yayılmasına vesile olan Hazreti Ömer (ra), 581 yılında Mekke’de doğmuş, 616 yılında Müslümanlığı kabul etmiş, 634 yılında Devlet Başkanı (Halife) olmuş, 644 yılında 63 yaşında Mekke’de uğradığı bir suikast sonrası vefat etmiştir. Kabri, Hazreti Ebubakir’le (ra) ve Hz. Muhammed’le (sav) birlikte Mescid-i Nebevi’nin içindedir.
Hz. Ömer, Müslüman olmadan önce “Hattaboğlu Ömer”, Müslümanlığından sonra ise “Ömer-ül Faruk” olarak anılırdı. “Faruk” ismini Hz. Muhammed (sav) takmıştır: “Hak ile batılın, haklıyla haksızın arasını ayırmada pek mahir olan” demektir.
Hz. Ömer’in (ra) Müslüman oluşu; çok önemli bir gelişme olmasının yanında, heyecan verici bir anekdot olarak tarihte yerini almış ve anlatılagelmiştir. 610 yılında Hz. Muhammed’e vahiy gelmesiyle başlayan Müslümanlığın tebliğ hareketinden altı sene sonra vuku bulan bu olay, İslam tarihinin dönüm noktalarından birisidir. Özeti şöyledir:
Yavaş da olsa, İslamiyeti kabul edenlerin sayısının gün geçtikçe artması, kadim bir ziyaretgah olan Kabe’nin beraberinde Mekke şehir yönetimini ve ticaretini ellerinde tutanları ciddi şekilde rahatsız ediyordu. Zühur eden bu yeni dinin, çok farklı inanç yapısıyla, sosyal yapının bütün unsurlarını etkileyeceğini ve iktidarlarının elden gideceğini öngören bu egemenler, o güne kadar aldıkları önleyici tedbirlerden sonuç alamayınca, Müslümanlara karşı amansız mücadelenin başını çeken Ebu Cehil’in başkanlığında toplanarak Hz. Muhammed’i öldürmeye karar verdiler. Bu suikastı işleyecek olana da; 100 deve ile bir miktar altın ve gümüş verilmesi hususunda anlaştılar. Ancak, büyük cesaret isteyen bu işe, Mekke’nin en cesur, en gözü pek, uzun boylu, güçlü kuvvetli… “Müslüman düşmanlarından” Hattaboğlu Ömer’den başka bir talip çıkmadı. Suikast görevini üstlendi, kılıcını kuşandı ve hışımla, Hz. Muhammed’in bulunma ihtimali olan Dar-ül Erkam’a (Erkam’ın Evine) doğru yola çıktı.
Yolda rastladığı Nuaym bin Abdulla (ra), Ömer’deki farklı ve garip gidişi merak edip de, niyetini sorup öğrenince, onu caydırmaya çalışsa da başaramaz. Son olarak da; “…sen … önce ev halkına … dön. Enişten ve Amcaoğlun Said bin Zeyd ile kızkardeşin Fatıma Müslüman olup, Muhammed’in dinine tabi olmuşlardır. Git, önce onlarla uğraş!” dedi.
Ömer, bu bilgiye ihtimal vermese de, içine düşen şüphe üzerine kızkardeşinin evine yöneldi. Hiddetle kapılarını çaldığı sırada, kızkardeşi Fatıma ile eniştesi Hz. Said, yeni nazil olan Ta-Ha Suresi’ni okuyorlardı. Telaşla Kur’an Ayetlerini saklayıp kapıyı açtılar. Ömer;
“-Okuduğunuz ne idi?”
“-Bir şey yok, sadece aramızda konuşuyorduk…” dedilerse de, “demek duyduklarım doğru imiş…” diyen Ömer eniştesinin yakasına yapışıp onu yere çarptı. Kocasını kurtarmaya çalışan Fatıma da, sert bir tokatla kanlar içinde yere yıkılır. Artık gerçeği haykırmak üzere ayağa kalkan Hz. Fatıma;
“-elinden geleni yap, ey Ömer! Ben ve kocam artık Müslümanız. Allah ve Resulüne iman ettik.” Dedi ve kelime-i Şahadet getirdi.
Ömer, ummadığı bir manzara ile karşı karşıya kalmıştı. Kızkardeşinin kanlar içindeki hali, kararlı ve metin hali… kendisini etkiledi. Önce yere oturup, biraz derin derin düşündü. Sonra: “Hele getirin şu okuduklarınızı. Getirin de Muhammed2e gelen şey ne imiş göreyim.” dedi. Tereddüt etseler de, saklı Ta-Ha Suresi’nin Ayetleri’ni çıkarıp verdiler. Okuma yazma bilen Ömer, dikkat ve tefekkürle daha ilk üç Ayeti yani;
“Tâ Hâ. Biz Kur’an’ı sana meşakkat çekmen için indirmedik. Onu, Allah’tan korkan kimse için bir öğüt olarak indirdik. O, yeri ve yüce gökleri yaratan Zat tarafından peyderpey ,ndirilmiştir. Muhakkak ki Allah Benim. Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl.” Ayetlerini okur okumaz, Kur’an’ın edebi belagatından çok etkilendi. Kalbindeki katılık, yüzündeki öfke gitti, içine huzur yüzüne tebessüm geldi. Ve, haykırırcasına şu sözleri sarfetti:
“-Bu be güzel, ne şerefli, ne haşmetli bir kelam! Bu kelamdan daha güzel, daha tatlı bir kelam olamaz!” Gecikmeden Resululah’ın (sav) huzuruna gider ve Müslüman olur.
Altı yıl geçmesine rağmen, Hz Ömer kırkıncı kişi olarak Müslüman olmuştur. Bundan böyle, cesaret, kuvvet, basiret ve hakkaniyete çok değer veren… kişiliğini, İslam dini için kullanacaktır. Artık yerinde duramaz olan Hz. Ömer’in teklifi ve ısrarı karşısında, başta Hz. Muhammed olmak üzere, Dar-ül Erkam’dan çıkıp Kabe’ye varıyorlar ve namazlarını aleni kılıp, aleni tebligat dönemini başlatıyorlar. Bu gelişmelerden sonra, artık İslamiyet, çok daha hızlı olarak yayılmaya başlıyor. . . ***
Hz Ömer’in (ra) Müslüman olmasında etkili olan ve 135 Ayeti bulunan Ta-Ha Suresi’nin ilk 76 . . Ayeti’nin Türkçe anlamı (meal) şöyledir:
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
“Tâ Hâ. Biz Kur’an’ı sana meşakkat çekmen için indirmedik. (1) Onu, Allah’tan korkan kimse için bir öğüt olarak indirdik. O, yeri ve yüce gökleri yaratan Zat tarafından peyderpey indirilmiştir. Muhakkak ki Allah Benim. Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl.”
[(1) Rivayete göre, Hz.Peygamberin çok ibadet ettiğini gören Kureyş müşrikleri, "Allah, bu Kur'an'ı Muhammed'e sıkıntı çeksin diye indirdi" demeleri üzerine bu âyet inmiştir.]
(O) yüksek gökleri yaratanın katından peyderpey indirilmiştir. Rahmân, Arş'a(2) kurulmuştur. Göklerdeki, yerdeki bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki her şey, yalnızca O'nundur. Sen sözü açığa vursan da, gizlesen de Allah için birdir. Çünkü O, gizliyi de bilir, ondan daha gizli olanı da. Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. En güzel isimler O'nundur.” (4-8)
[(2) Arş, kudret ve hâkimiyet tahtı, sınırsız kudret makamı demektir. ]
“Mûsâ'nın haberi sana ulaştı mı? Hani bir ateş görmüştü de ailesine,
“Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm (oraya gidiyorum). Umarım ondan size bir kor ateş getiririm, yahut ateşin başında, yol gösterecek birini bulurum" demişti.(3) Ateşin yanına varınca, ona şöyle seslenildi:
"Ey Mûsâ! “Şüphe yok ki, ben senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes vadi Tuvâ'dasın. Ben seni (peygamber olarak) seçtim. Şimdi vahyolunacak şeyleri dinle. Şüphe yok ki ben Allah'ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl. Kıyamet mutlaka gelecektir. Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, neredeyse onu gizleyecek (geleceğinden hiç söz etmeyecek)tim. Buna inanmayan ve nefsinin arzusuna uyan kimseler, seni ondan (ona hazırlanmaktan) sakın alıkoymasın, sonra helâk olursun!" (9-16)
[(3) Mısır'da Firavun'un gözetimi altında yetişen Hz. Mûsâ, orada istemeyerek bir kişiyi öldürünce, Medyen'e kaçmak zorunda kalmış, orada Hz. Şu'ayb ile karşılaşmış ve kendisine sekiz yıl -arzu ettiği takdirde on yıl- çobanlık yapmak karşılığında kızlarından biriyle evlenmişti. Müddeti tamamlayan Hz. Mûsâ, doğup büyüdüğü, annesinin bulunduğu Mısır'a doğru giderken, yol da soğuk bir gecede bir çocukları doğduğundan, ateşe ihtiyaçları vardı. Aslında onun gördüğü bu ateş, kendisini vahye hazırlamak için bir işaret idi.]
"Şu sağ elindeki nedir ey Mûsâ?" Mûsâ dedi ki:
"O benim değneğimdir. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim. Onunla başka işlerimi de görürüm." Allah,
"Onu yere at ey Mûsâ!" dedi. Mûsâ da onu attı. Bir de ne görsün o, hızla akan bir yılan olmuş! Allah, şöyle dedi:
"Tut onu. Korkma! Biz, onu yine eski durumuna döndüreceğiz. Sana büyük mucizelerimizden birini daha göstermemiz için elini koynuna sok ki bir başka mucize olarak, (alaca hastalığı gibi) bir hastalık sebebiyle olmaksızın bembeyaz bir hâlde çıksın." (17-23)
"Firavun'a git, çünkü o azmıştır." Mûsâ, dedi ki:
"Rabbim! Gönlüme ferahlık ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimdeki tutukluğu çöz ki sözümü anlasınlar. Bana ailemden birini yardımcı yap. Kardeşim Hârûn'u. Onunla gücümü artır. Onu işime ortak et. Seni çok tespih edelim diye. Seni çok zikredelim diye. Çünkü sen bizi hakkıyla görmektesin." Allah, şöyle dedi:
"İstediğin sana verildi ey Mûsâ!” (24-36)
“Andolsun, biz sana bir kere daha iyilikte bulunmuştuk. Hani annene ilham edilmesi gereken şeyleri ilham etmiştik: Onu (bebek Mûsâ'yı)
“Sandığın içine koy ve denize (Nil'e) bırak ki, deniz onu kıyıya atsın da kendisini, hem bana düşman, hem de ona düşman olan birisi (Firavun) alsın.” Sana da, ey Mûsâ, sevilesin ve gözetimimizde yetiştirilesin diye tarafımızdan bir sevgi bırakmıştım. Hani kız kardeşin (Firavun ailesine) gidiyor ve "size onun bakımını üstlenecek kimseyi göstereyim mi?" diyordu. Derken, gözü aydın olsun, üzülmesin diye seni annene döndürdük.(4) (Sana baktı, büyüdün) ve (kazara) bir cana kıydın da biz seni kederden kurtardık, seni sıkı bir denemeden geçirdik (ve kaçıp Medyen'e gittin). Medyen halkı içinde yıllarca kaldın, sonra (peygamber olman için) takdir edilmiş bir zamanda (Tûr'a) geldin ey Mûsâ! (37-40)
[(4) Musa a.s.’ın annesi, Firavun’un, diğer erkek çocuklar gibi kendi oğlunu da öldürmesinden endişe ediyordu. Bu yüzden, yukarıdaki ayette belirtilen ilahi işarete uyarak oğlunu denize veya Nil nehrine bıraktı. Karısı asiye ile bahçesinde gezinen Firavun, suda gördüğü sandığı çıkarttırıp içindeki çocuğu görünce şaşırdı; ayette belirtildiği gibi, Allah’ın Musa’ya bir lütfu olarak çocuğa karşı garip bir sevgi hissi duydu. Hz. Musa’nın ablası, kardeşine ne olduğunu araştırıp soruştururken, ona bir süt annesi arandığını öğrendi. Bunu fırsat bilerek Firavun’un sarayına gitti. Firavun ailesi küçük Mûsâ'yı bulup alınca, çocuk hiçbir kadından süt emmemeye başlamıştı. Ona süt emzirecek bir kadın aradıkları sırada, ablası Meryem, Firavun ailesine, "Size, ona bakıp emzirecek birini göstereyim mi" deyince, bu teklif kabul edildi. Gidip Mûsâ'nın annesini getirdiler ve çocuk onun sütünü kabul etti. Böylece Mûsâ tekrar annesine dönmüş oldu.]
Ben seni kendim için seçtim. Sen ve kardeşin mucizelerim ile (desteklenmiş olarak) gidin ve beni anmakta gevşeklik göstermeyin. Firavun'a gidin. Çünkü o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır, yahut korkar. Mûsâ ve Hârûn, şöyle dediler:
"Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz, onun bize karşı aşırı davranmasından yahut azmasından korkuyoruz." Allah, şöyle dedi:
"Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim. İşitirim ve görürüm. Ona gidin ve şöyle deyin: 'Şüphesiz biz Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını (serbest bırak ve) bizimle gönder. Onlara işkence etme. Sana Rabbinin katından bir mucize getirdik. Selâm, doğru yola uyanlara olsun.' Şüphesiz bize, azabın yalanlayan ve yüz çevirenlere olacağı vahyolundu." (41-48)
Firavun,
"Sizin Rabbiniz kim, ey Mûsâ?" dedi. Mûsâ,
"Rabbimiz, her şeye hilkatini (yaratılış özelliklerini) veren, sonra onlara yol gösterendir" dedi. Firavun,
"Ya geçmiş nesillerin hâli ne olacak?" dedi. Mûsâ, şöyle dedi:
"Onlar hakkındaki bilgi Rabbimin katında bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı)dır. Rabbim, yanılmaz ve unutmaz. Rabbim, yeryüzünü size beşik yapan, orada size yollar açan ve size gökten yağmur indirendir." Böylece onunla sizin için yerden türlü türlü bitkileri çift çift çıkardık. Yiyin, hayvanlarınızı yayın. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için (Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren) deliller vardır. (Ey insanlar!) Sizi topraktan yarattık, (ölümünüzle) sizi oraya döndüreceğiz ve sizi bir kere daha oradan çıkaracağız. (49-55)
Andolsun, biz ona (Firavun'a) bütün mucizelerimizi gösterdik de o bunları yalanladı ve reddetti. Şöyle dedi:
"Ey Mûsâ! Sihrin ile bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin? Biz de mutlaka sana karşı onun gibi bir sihir yapacağız. Bunun için seninle bizim aramızda; uygun bir yerde, senin de, bizim de caymayacağımız bir buluşma vakti belirle." Mûsâ,
"Buluşma vaktimiz, bayram günü, insanların toplandığı kuşluk vaktidir" dedi. Bunun üzerine Firavun ayrılıp, hilesini kuracak sihirbazlarını topladı, sonra geldi. (5) Mûsâ, onlara şöyle dedi:
“Yazıklar olsun size! Allah'a karşı yalan uydurmayın, yoksa sizi azap ile yok eder. Allah'a karşı yalan uyduran mutlaka hüsrana uğramıştır." Sihirbazlar, işlerini kendi aralarında tartıştılar ve gizli gizli konuştular. Şöyle dediler:
"Şüphesiz bu ikisi, sihirleri ile sizi yurdunuzdan çıkarmak ve en üstün olan dininizi ortadan kaldırmak isteyen birer sihirbazdırlar." (Musa)
“Öyleyse, hilelerinizi toplayın (birbirinize destek olun) sonra sıra hâlinde gelin. Bu gün üstün gelen muhakkak başarıya ulaşmıştır." Sihirbazlar:
"Ey Mûsâ! Ya önce atmayı tercih edersin, ya da ilk atan biz oluruz" dediler. Mûsâ:
"Yok, (önce) siz atın" dedi. Bir de ne görsün, onların ipleri ve değnekleri yaptıkları sihirden dolayı kendisine hızla sürünür gibi görünüyor. Bunun üzerine Mûsâ, içinde bir korku hissetti. Şöyle dedik:
"Korkma (ey Mûsâ!). Çünkü, sensin en üstün olan. Sağ elindekini (değneğini) at ki, onların yaptıklarını yutsun. Şüphesiz yaptıkları bir sihirbaz hilesidir. Sihirbaz ise nereye varsa kurtuluşa eremez." (Mûsâ vahye uyarak elindeki asayı yere atmış, bir mucize ifadesi olarak ejderha halini alan asa, sihirbazların büyülü iplerini ve değneklerini yutuvermişti) . . Bunun üzerine sihirbazlar hemen secdeye kapandılar ve;
"Hârûn ve Mûsâ'nın Rabbine inandık" dediler. Firavun,
"Demek, ben size izin vermeden önce ona (Mûsâ'ya) inandınız ha! Şüphe yok, o size sihiri öğreten büyüğünüzdür. Şimdi andolsun, sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve mutlaka sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabı daha şiddetli ve daha kalıcıymış, mutlaka göreceksiniz.” (6) Sihirbazlar şöyle dediler:
"Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla tercih etmeyeceğiz. Artık sen vereceğin hükmü ver. Sen ancak bu dünya hayatında hüküm verirsin. Şüphesiz ki biz; günahlarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri affetmesi için, Rabbimize inandık. Allah'ın vereceği mükâfat daha hayırlı ve daha kalıcıdır." (56-73)
[(5) Firavun usta büyücülerini toplamış, büyü malzemeleri ile birlikte Musa’nın karşısına çıkarmıştı. Hz. Musa da kardeşi Harun ile birlikte idi. Bayram şenliği için toplanan halk, olacakları izlemek için sabırsızlanıyordu.]
[(6) Menfaate dayanan birlik ve beraberliklerin ömrü de menfaate bağlıdır. Menfaat bitince birlik dağılır, çıkarlar çatışınca görünüşte mevcut dostluklar düşmanlığa dönüşür. Sihirbazlar iman etmeyip Firavun’u desteklemeye devam etselerdi makbul kişiler olacak, nimetler içinde yüzeceklerdi. Ancak iman gözlerini açınca bakiyi (ebedi nimeti) faniye (geçici olana) tercih ettiler.]
Şüphesiz, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, kesinlikle ona cehennem vardır. rada ne ölür, ne de (güzel bir hayat) yaşar. Her kim de O'na salih ameller işlemiş bir mü'min olarak varırsa, işte onlar için en yüksek dereceler, içinden ırmaklar akan, içinde ebediyyen kalacakları Adn cennetleri vardır. İşte bu, günahlardan temizlenenlerin mükâfatıdır. (74-76)
NOT: 1- Yukarıdaki ayetlerin Türkçe’leri (mealleri) ve parantez içi açıklamalar, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları’dan aynen aktarılmıştır.
2-Ta-Ha Suresi’nin son yarısındaki ayetlerde; Musa (as) ve kavminin yarılan Kızıldeniz’den salimen geçmesi, takip eden Firavun ve askerlerinin boğulması mucizesi (77-99), Musa (as)’ın Tur Dağı’nda Allah’ın (cc) huzuruna çıkması, o arada Samiri isimli birinin, altın madeninden böğüren bir buzağı heykeli yapıp insanların kafasını çelmesi (799), Kıyamet ve tekrar dirilme sahneleri (100-112), Hz. Adem’in Cennet’te yaratılışı, şeytanın kandırması, tövbesinin kabulü (115-122), Allah’ın biz kullarına çeşitli ikazları (123-135) bulunmaktadır.