İMAM-I AZAM ve HANEFİLİK MEZHEBİ
Doğumu ve Nesebi: Hanefilik Mezhebi’nin imamı; İmam-ı Azam Ebu Hanife’dir. (H: 80-150 / M: 699-767) Irak’ın Kufe şehrinde doğmuş, Bağdat’ta vefat etmiştir. Babasının ismi Sabit’tir ve çevresinde; ilim sahibi, salih, değerli... bir kişi olarak bilinirdi. İslamiyeti kabul eden dedesi Zuta ve babası Sabit, Hz: Ali (ra) ile görüşüp, ona ikramlarda bulunmuş ve duasını almış kişilerdir. Dedeleri aslen Farisi yani İran asıllıdır. Hatta, Nesa Tirmiz gibi Türkler’in yoğun olduğu bölgeden gelmiş olmaları hasebiyle, dedelerinin ‘Türk asıllı’ olabileceğini söyleyenler de olmuştur.
‘İmam-ı Azam’, ‘Büyük İmam’ demektir. ‘Hanife’ kelimesinin anlamı ise; “dinin bütün emirlerine boyun eğen, dini sadece Allah’a özgü kılan” anlamındaki ‘hanif’ kelimesiyle ilgilidir. Veya (Hanife’nin babası demek olan) ‘Ebu Hanife’ de, Hanife isimli bir kızı olduğu rivayetine dayanır...
Mesleği: İmam-ı Azam, ilk gençlik yıllarında baba mesleği olan kumaş ticaretini bizzat yapmıştır. Ticari faaliyetinin yanında da bilgisini ve ilmini geliştirmeye, Arapça gramer, şiir ve edebiyat öğrenmeye çalışmıştır.
İlme Yönelişi ve Tahsil Hayatı: Yaşadığı şehir Kufe o sıralar, ilim merkezlerinden birisi olduğu gibi, değişik din taraftarlarına, ‘sünnete uymaya çalışan’ veya ‘sapkın – aşırı’ görüşlere bolca rastlanan ve bunların münakaşalarına sahne olan bir belde idi. Ayrıca, sayıları gün geçtikçe azalan sahabeler ile tabiin büyükleri de bulunuyordu. İmam- Azam daha genç yaşlarında bu ‘ateşli’ fikir tartışmalarına katılıyor; bilgisinin yanında, üstün zekasıyla, konuları kavrayışıyla, ikna kabiliyetiyle... dikkat çekiyordu. Ondaki cevheri fark eden zamanın alimleri, “kendisini ilme vermesini...” teşvikve tavsiye ettiler. O da -işyerini ortakçıya/emanetçiye bırakıp- kendini tamamen önce ilim öğrenmeye sonra da talebe yetiştirmeye vakfetmiştir.
Kelam (İslami felsefe) ilmini, münazara metotlarını, imani bilgileri... öğrenen İmam-ı Azam, kısa zamanda dikkatleri çekmiş, ilmiyle tanınır bir kişi olmuştur. Ancak o, ‘Fıkıh ilmini’ önemseyip, o sahada kendisini olabildiğince geliştirmeyi tercih ettiğinden, zamanın en büyük alimi sayılan Hammad bin Ebu Süleyman’ın derslerine devam etmeye başlamıştır. Hocası vefat edene kadar 28 yıl devam ettiği bu derslerden sonra, ‘fıkhın en meşhur alimlerinden birisi olmuştur. İmam-ı Azam o arada, zaman zaman Mekke Medine’ye de gider, tabiinden olanlarla görüşür, hadis bilgisi arttırırdı. Görüşüp ilimlerinden istifade ettiği alimle arasında, Ehl-i Beyt’ten, Şii Caferiler’in ‘Oniki İmam’ grubuna dahil Hz.Ali’nin (ra) oğlu Zeynel Abidin, torunu Muhammed Bakır ve M. Bakır’ın oğlu, -Oniki İmam’ın altıncısı, Caferi Mezhebi’nin imamı olan- Cafer-i Sadık hazretlerinden hadis ve tasavvuf dersleri almıştır.
Müderrislik Dönemi: Fıkıh hocası, büyük alim Hammad vefat edince, arkadaşlarının ve talebelerin ısrarı üzerine, hocasının ders kürsüsüne geçmeyi kabul etmiştir. Artık o, kendisini dünyanın her tarafından gelen ve sayıları gittikçe artan talebelerin yetiştirilmesine adamıştır. 4000 kadar talebe yetiştirdiği, bunların 730 kadarının çeşitli beldelere gidip, oralarda müftülük, kadılık, müderrislik yaptıkları, içlerinden 40 kadarının ‘müçtehitlik seviyesinde’ alim oldukları, birçok ilmi eser yazdıkları tespit edilmiştir.
Hanefilik Mezhebi’nin Usul ve Esasları: Ticaretin, dolayısıyla sosyal hayatın içinde yetişmiş olması İmam-ı Azam’a, -sadece medreselerde yetişen alimlere göre- insanlara ve problemlerine karşı daha büyük bir vukufiyet ve dini yorumlarına daha geniş bir ufuk kazandırmıştır. O dinin özünden taviz vermeksizin, -ruhsat olan durumlarda- insanlar için hep kolay olan yolu tercih ederek içtihatlarda bulunmuştur.
İmam-ı Azam, İçtihatlarında uyguladığı ‘kıyas metodu’ da, dine daha bir kolay anlaşılırlık kazandırmıştır. Bu metot, “Edille-i Şer’iyye” denen dört delili esas alır. Sırayla bunlar; Kur’an-ı Kerim, Sünnet (Hz. Muhammed’in; fiilleri, sözleri, emirleri, yazdırdıkları), İcma-ı Ümmet (sahabenin söz birliği ettiği meseleler) ve Kıyas-ı Fukaha (alimlerce, daha önce hükmü verilmiş meselelere benzetilerek, bir başka yeni meseleyi hükme bağlamak) ‘dır.
İmam-ı Azam, günlük mesaisini iki bölüme ayırır; sabah namazından öğleye kadar halkın sorularına cevaplar verir, öğle namazı ve kısa bir dinlenmeden sonra da, yatsı namazına kadar talebelerine düzenli olarak dersler verirdi.
İmam-ı Azam, ortaya çıkan yeni bir soruya, yeni bir meseleye cevap vermeden önce, konuyu talebeleriyle çok yönlü müzakere eder, sonra hükmünü verirdi. Verilen hükümleri de, tasnife tabi tutarak kayıt altına aldırırdı. Hayatı boyunca, bu şekilde altı yüz bin meseleyi görüşüp, hükme bağladığı hesaplanmıştır.
İşte bu yoğun ilmi çalışmalar, oluşan cevaplar, hüküm verirken kullanılan metot, yetişen talebelerce bunların dünyaya yayılması, Müslümanlarca beğenilip benimsenmesi... ortaya ‘Hanefilik Mezhebi’ni çıkartmıştır. Bu ilke ve görüşleri önce Abbasiler’in sonra da Osmanlılar’ın, devlet olarak tercih edip, benimseyip desteklemesi, Hanefiliğin geniş coğrafyalara yayılmasında ileve bir etken olmuştur. Günümüzde; Türkiye, Balkanlar, Ukrayna, Kırım, Kafkaslar, Rusya, Çin, Siyam, Hindistan, Uzakdoğu, Belücistan, Bangladeş ve Pakistan’daki Müslümanların çoğunluğu, Suriye, Irak ve Etiyopya Müslümanları’nın ise önemli bir kısmı Hanefi Mezhebi’ndendirler.
Ehl-i Beyt Sevgisi: İmam-ı Azam, her zaman Ehl-i Beyt’e ( Hz. Muhammed’in hane halkı, yani kızı Hz. Fatıma Validemiz ve Hz. Ali Efendimiz’in soyundan gelenlere) karşı kalpten bir bağlılık ve derin bir saygı beslemiştir. Bu konuda, Emeviler’in yaptığı haksızlık ve zulümlere, hem ilmiyle hem maddi yardımlarıyla -yani fiilen- karşı çıkma cesaretini göstermiştir. Nitekim, bütün Hanefiler’de de, Hz. Fatıma validemize, Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin Efendilerimiz başta olmak üzere bütün Ehl-i Beyt’e karşı -Şia cenahının tahmin edemeyeceği ve bilmediği kadar- büyük bir saygı ve sevgi vardır.
Kişiliği: İmam-ı Azam; ilmiyle, her yeni probleme getirdiği açıklıklarla ve de gerektiğinde diğer alimleri, yine gerektiğinde idarecileri, valileri, devlet başkanı olan halifeyi -saygıda kusur etmeksizin- eleştirmekten, ikaz etmekten çekinmeyen... kişiliği ile, yaşadığı devrin dikkat çeken bir alimi idi. Dini meselelerde hükmünü verirken, Allah’ın rızasından ve doğru bildiğinden şaşmaz, ilmi gerçeklerden taviz vermez, siyasi güce boyun eğmez, nefsani arzulara uymaz, eş dost hatırı saymazdı. Büyük bir etkinlikve itibar sahibi oldu. Öyle ki; Halifeler onun vereceği hükümlere, onun içtihatlarına muhtaç duruma geldiler. Ama her zaman istedikleri cevabı değil, dinin öngördüğü cevabı alıyorlardı. Devrin Emevi Halifesi, taraftarlığını sağlamak maksadıyla İmam-ı Azam’a Kufe Kadılığı’nı teklif etti. Kabul görmeyince de hapse atıldı. Halkın hoşnutsuzluğu üzerine bir süre sonra serbest bırakılan İmam-ı Azam, Irak’ı terkedip Medine’ye göç etti.
Vefatı: O sıralarda (749) Emevi Devleti yıkıldı, yerine gelen Abbasi’lerin İmam-ı Azam’dan beklentileri de aynı oldu; istekerine uygun, iktidarlarını destekleyecek fetvalar alabilmek... Aradıklarını onlar da bulamayınca,kendisine Bağdat Kadılığı’nı teklif ettiler. ‘Haksızlıklara ortak olma tehlikesi’ nedeniyle bu teklifi dereddetti. Bunun üzerine 70 yaşına yaklaşmış bu büyük alimi Abbasiler de hapse attılar. Hapishanede iken veya çıktıktan hemen sonra vefat ettiği söylenir.(750) Hatta, zulmü kamufle etmek, halkın teveccühünü arttırmak için, İmam-ı Azam’ın cenaze namazını, devrin Abbasi Halifesi (devlet başkanı) kıldırmıştır.
Osmanlı Hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman, fethettiği Bağdat’a 28.11.1534 tarihinde girince, ilk önce İmam-ı Azam’ın türbesini ziyaret etmiş; türbenin ve medresenin yenilenmesi ile bir cami yapılmasını emretmiştir. Günümüzde, Bağdat’taki (Azamiye semtinde) önemli ziyaretgahlardan birisi olan Külliye, Kanuni devrinde Osmanlılar’ca yapılmıştır.
***
İmam-ı Azam’ın Kıymetli bir sözü: “Bir kimsenin ilmi, kendisini Allah’u Taala’nın yasaklarından men etmiyorsa, o kimse büyük tehlikededir.”
İmam-ı Azam’ın bir vasiyeti: Talebesi Yusuf bin Halid es- Semti’yi, görev verip Basra’ya gönderirken şu tavsiyede (vasiyyette) bulunmuştur;
“Basra’ya vardığında halk seni karşılayacak, ziyaret ve tebrik edecek. Herkesin değer ve yerini tanı, ileri gelenlere ikramda bulun, ilim sahiplerine hürmet et, yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster, halka yaklaş, fasıklardan (bozgunculardan) uzaklaş, iyilerle düşüp kalk, Sultanı küçümseme, hiçbir kimseyi hafife alma. İnsanlığında kusur etme, sırrını hiç kimseye açma, iyice yakınlık peyda etmedikçe kimsenin arkadaşlığına güvenme, cimri ve alçak insanlarla ahbaplık kurma, kötü olduğunu bildiğin hiçbir şeye ülfet etme!
Seni ziyarete gelenlere ilminden bir şey öğret ki, bundan faydalansınlar ve herkes öğrettiğin şeyi belleyip tatbik etsin. Onlara umumi şeyleri öğret, ince meseleleri açma. Onlara güven ver, bazen onlarla şakalaş ve ahbaplık kur. Zira dostluk, ilme devamı sağlar. Bazen de onlara yemek ikram et. İhtiyaçlarını temine çalış, değer ve itibarlarını iyi tanı, kusurlarını görme. Halka yumuşak muamele et, müsamaha göster, hiçbir kimseye karşı bıkkınlık gösterme; onlardan biri imişsin gibi davran.”
İmam-ı Azam’la ilgili bir anekdot: İmam-ı Azam; kanaatkarlığı, cömertliği, emanete riayeti, takvası... ile tanınan bir kişi idi. Bir gün, Kufe’nin köylerini basan haydutların koyunları çalıp götürdüklerini öğrendi. Şehre getirip satabilecekleri ve ‘çalıntı koyun eti yememek’ endişesiyle, -koyunların en fazla yedi sene yaşadıklarını bildiğinden- tam yedi sene koyun eti yememiştir.
(Not: Bu son bilgiler, Zübeyir Kamil Akkaya’nın, İmam-ı Azam Ebu Hanife isimli makalesindendir.)
İmam-ı Azam’ın Önemli Eserleri:
1-Risale-i Reddi Havaric ve Redd-i Kaderiyye. (Hariciler’e ve Kaderiyyeciler’e reddiye.)
2-El-Fıkh-ul Ekber. (Akaid’e dair büyük fıkıh kitabı.)
3-El-Fıkh-un Ebsat. (Hayır şer, kaza kader... konuları işlenmiştir.)
4-Kitab-ül Alim vel-Müteellim. (Ehl-i Sünnet inancına açıklık getiren soru cevaplar)
5-Vasiyyet-i Nukirru. (Sünni inanç ve farzlara açıklık getiren, oğlu ve talebelerine yaptığı vasiyetler.)
6-Kaside-i Numaniyye. (Şiirleri.)
Hasan KUTLUTAŞ