KORKU
“İnsanda en mühim ve en esaslı bir his, hiss-i havftır (korkudur).”
Değerli, gayretli dostum Mehmet Coşkun, istifadenize sunulabilir kanaatiyle, dört satırlık, ilk nazarda basit gibi görülen, ancak dikkatle okunduğunda derin düşüncelere daldıran bir metin göndermiş. Fıkra değil, “kıssa değeri olan bir fabl”[1] denebilir. Gerekli gereksiz korkulara değinilmiş, değinilenlerden birisi de, gündelik ‘erkek esprilerinde’ çokça geçen, ‘erkeklerin kadınlardan korkma’ meselesi; Bu mesele bir kültür yansıması mıdır, tarihi midir, asri midir, fıtri midir, şahsi bir özellik midir… veya bayanlara yapılan ustaca bir iltifat mıdır!.. Çağrıştırdığı sempatik bir olayı anlattıktan sonra, dostumun paylaşımına geçmek, arkasından da birkaç ‘korku’ ile ilgili ‘özlü söz’ sunmayı tasarlamıştım. Konuya biraz daldıkça farkettim ki, meğer ‘korku’ -olumlu ve olumsuz veçheleriyle- biz insanların bütün hayatını kapsayan, şekillendiren en önemli mefhumlardan birisi imiş. Hatta öyle ki, Üstat Bediüzzaman’a, yazımın en başına koyduğum tespiti yaptırmış. Merakınızı gidermek adına önce çağrışan ‘sempatik olayı’ nakledeyim, sonrada dört satırlık fablı;
Şam’ın Ulu Camii’nde vaiz binlerce kişiye cuma vaazında bulunuyormuş. O da birçok vaizin, önemine binaen birçok sefer gündem yaptığı; nikah müessesesi, aile hukuku, aile yapılanması, aile içi davranışlarla… ilgili konuya dalar. Söz nereden dolanıp geldiyse, -belki de lüzumsuzluk yaparak- bir yerde cemaate; “Aranızda hanımından korkanlar ayağa kalksın” diyor. Haydaa bütün cemaat bir uğultu ile ayağa kalkıyor. Çok az kişinin veya çekinip hiç kimsenin kalkmayacağını ummuş olan vaiz de vaziyete hayret ediyor. Hayretini bastırmaya çalışırken, ön tarafa yakın yaşlıca bir kişinin kalkmadığını fark ediyor, Ona hitaben; “Bu cemaat içinde hanımından korkmayan bir sen mi varsın?” Adamcağız; “Hocam, hanımın adını duyunca, korkumdan dizlerimin bağı çözüldü, kalkacak takat bulamadım!” diyor.
***
Gelelim Mehmet Bey dostumun ‘kıssa tadındaki’ paylaşımına;
Yavru fare annesine sorar; “Şu dünya ne kadar tuhaf, değil mi anne?”
Anne de yavrusuna sorar; “Neden?” Yavru fare cevaplar;
“Biz kedilerden korkuyoruz… Kediler köpeklerden… Köpekler insanlardan… İnsanların erkekleri kadınlardan…Kadınlar ise bizden korkuyor!”
***
Korkunun kapsamını gördünüz mü?.. İlk baştaki cümleye bir kere daha bakar mısınız? “Bütün herkesin bir şeyden korktuğu döngüsü…”ne yavru fare üzerinden dikkat çekilmiş. Burada sanki, Hikmet-i Sonsuz’un (cc) Hac Suresi 40. Ayetinde buyurular hikmetli tecellinin bir değişik ifadesi ile karşı karşıyayız; “…Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. Allah, (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.”
“Korkaklık” bütün kültürlerde, istenmeyen bir vasıf olarak görüldüğünden, “korkaklığı” kimse kendine yakıştırmak istemez. Veya herkes korkaklığın karşıtı olan ‘cesur olmayı’ yeğler. Fakat ‘korkaklık hissini’ olumlu davranışlara vesile olsun diye bünyemize koyan Halikımızın (cc), ‘korkaklıktan’ murat etmiş olabileceği şu davranış örneklerine ne diyelim;
“Allah korkusu olmayan” bir insan düşünelim; Topluma, ailesine, kendisine ne tür zararlar verebileceğini… hayal etmek bile istemeyiz. “Kanundan, devletin kolluk kuvvetlerinden korkmayan,” toplumun ve bireylerin can, mal, namus, hürriyet… güvenliğini sağlayan kurumlara başkaldırıp, serkeşçe ona buna, şurada burada zarar ziyan verenlere, dense dense ‘eşkıya, terörist’ demez miyiz. “İnsanların kınamasından korkmayan, utanmayan insan” önemli bir insani vasıftan yoksun demektir. “Kul hakkı yemekten korkmayana” özenenimiz var mı? Canımızın, sağlığımızın korunması için, zararlı yiyeceklerden içeceklerden ‘korkmalı’ değil miyiz, keza ‘kaza korkusuyla’ trafik kurallarına tam tamına uymalı değil miyiz. Hele hele, bizi çok sevip -karşılık beklemeden- bize nice imkanlar sunan sayıp sevdiklerimizin, o cemilelerine karşı, o muhabbetlerine karşı, onların sevgisini kaybetmekten, gönülllerini kırmaktan, hoşlarına gitmeyecek işler yapmaktan…’korkmamız’ gerekmez mi? Mesela; Anne babamızın ve bütün sevdiklerimizin sevgisini, Kur’an’da; “Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe S.128) diye vasıflandırılan, sabahlara kadar biz ümmetinin iyiliği, selameti için gözyaşları döküp dua dua yalvaran, mahşerde, cehenneme gidecek ümmeti için şefaat izni almadan, başını niyaz secdesinden kaldırmayacak olan Peygamberimiz’in sevgisini ve nihayet yaşadığımız hayatı, nadide uzuvlarımızı, yaşamamız için sayılamayacak nimetleri, anne babamızı ve onlardaki sevgiyi şefkati, bizi selamete çıkarmak üzere Peygamberi ve ondaki ümmet düşkünlüğünü, hayat imtihanımızın sorularını da cevaplarını da bildirip; ‘bunlara göre hazırlanırsanız sizi ebediyyen cennetime koyacağım’ vaadinde bulunanımız, hasılı her nimeti verenimiz ve bizi herkesten fazla sevenimiz… Allah’ın sevgisini kaybetmekten korkmamak, ne büyük hoyratlık olur.
Yaradanımız (cc) hemen her organımızı, her duygumuzu, bir hikmetine binaen, bir güzel maksatla vermiştir. ‘Korku’ da korumakla yükümlü olduğumuz beş zaruri unsurun[2] başında gelen ‘canın korunmasında,’ -olumlu manada- en önemli faktörlerden birisi, belki birincisidir. Ölümcül gıdalardan, ölümcül ortamlardan…’korkumuz’ sayesinde uzak dururuz. Düşmandan ‘korkmak’ ta bir ‘can koruma’ içgüdüsüdür, ancak onun tezahürü, asla ‘düşmandan, cepheden kaçmak’ değil de düşmanın muhtemel saldırılarından ‘korkarak’ tedbir almak, çağdaş silahlarla mücehhez eğitimli disiplinli bir ordu bulundurmak, vatan sevgisine, milli birlik bilincine ulaşmış kültürel, sosyal ve idari bir yapı oluşturmak… için gayret edip, caydırıcı bir güçlülüğe ulaşmak olmalıdır.
‘Korku duygusu’ böylesine iyiye kullanılabilecek faydalı bir duygu olmasına karşılık, kötüye de kullanılabilir; ‘Ölüm korkusuyla’ vatan müdafaasından kaçmak, ‘dünyalık korkusuyla’ ebedi alemi mamur decek güzel inanç tezahürü ibadetlerden, Allah’ın ölçülerine uygun davranışlardan kaçmak, gerektiğinde ırzın, namusun, mazlumun… korunmasından kaçmak, ‘fakirlik korkusuyla’ malından muhtaçlara da pay vermekten kaçmak… Dayanaksız, ehvamlara kapılıp, hayatı çekilmez kılan çeşit çeşit korkularla yaşamak… ‘Fareden korkmak, horozdan korkmak…Deprem olacak, paralarım çalınacak, hasta olacağım… vs. vs. diye korkmak.
Velhasıl görüldüğü üzere, olumlu veya olumsuz ‘korku her yanı sarmış’ vaziyette. ‘Allah’ım, bizleri, senden nasıl korkulması gerekiyorsa, öyle korkanlardan eyle. Zira senden -gerektiği gibi- korkan, başka gereksiz şeylerden korkmaz!…’
***
Üstat Bediüzzaman’ın; İnsanın küfre düşüp dünyasını da ebedi alemini de riske sokan ve insi cinni şeytanların desiselerinden, çeşitli hilelerle insanlarda uyandırdığı vesveselerinin en önemlilerinden altı adedinin açıklandığı ‘Hucumat- Sitte’ adlı eserinde, ikinci madde olarak bu ‘korku’ konusu işlenmiş.[3] O makaleden, konumuzla ilgili gayet ‘hayatın içinden’ olan bazı kısımları sunmak isterim;
İKİNCİ DESİSE (hile, entrika, oyun) İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hiss-i havftır. (KORKU’dur.)
Meselâ, nasıl ki damda bir adamı tehlikeye atmak için, bir dessas adam, o evhamlının nazarında zararlı görünen bir şeyi gösterip, vehmini tahrik edip, kova kova, tâ damın kenarına gelir, baş aşağı düşürür, boynu kırılır. Aynen onun gibi, çok ehemmiyetsiz evhamla çok ehemmiyetli şeyleri feda ettiriyorlar. Hatta, bir sinek beni ısırmasın diyerek, yılanın ağzına girer.
Bir zaman Allah rahmet etsin mühim bir zat kayığa binmekten korkuyordu. Onunla beraber bir akşam vakti İstanbul’dan Köprüye geldik. Kayığa binmek lâzım geldi. Araba yok. Sultan Eyüb’e gitmeye mecburuz. Israr ettim.
Dedi: “Korkuyorum; belki batacağız.”
Ona dedim: “Bu Haliç’te tahminen kaç kayık var?”
Dedi: “Belki bin var.”
Dedim: “Senede kaç kayık gark olur?”
Dedi: “Bir iki tane. Bazı sene de hiç batmaz.”
Dedim: “Sene kaç gündür?”
Dedi: “Üç yüz altmış gündür.”
Dedim: “Senin vehmine ilişen ve korkuna dokunan batmak ihtimali, üç yüz altmış bin ihtimalden bir tek ihtimaldir. Böyle bir ihtimalden korkan, insan değil, hayvan da olamaz.”
Hem ona dedim: “Acaba kaç sene yaşamayı tahmin ediyorsun?”
Dedi: “Ben ihtiyarım. Belki on sene daha yaşamam ihtimali vardır.”
Dedim: “Ecel gizli olduğundan, her bir günde ölmek ihtimali var. Öyle ise, üç bin altı yüz günde her gün vefatın muhtemel. İşte, kayık gibi üç yüz binden bir ihtimal değil, belki üç binden bir ihtimalle bugün ölümün muhtemeldir. Titre ve ağla, vasiyet et” dedim. Aklı başına geldi, titreyerek kayığa bindirdim. Kayık içinde ona dedim:
“Cenâb-ı Hak havf (korku) damarını hıfz-ı hayat (hayatın korunması) için vermiş, hayatı tahrip için değil. Ve hayatı ağır ve müşkül ve elîm ve azap yapmak için vermemiştir. Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa, hattâ beş altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârâne bir havf meşru olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimalle havf etmek evhamdır, (asılsız bir korkma hastalığıdır) hayatı azâba çevirir.”
Hem, ey kardeşlerim, çoğunuz askerlik etmişsiniz. Etmeyenler de elbette işitmişlerdir. İşitmeyenler de benden işitsinler ki, en ziyade yaralananlar, (korkup) siperini bırakıp kaçanlardır. En az yara alanlar, siperinde sebat edenlerdir. “De ki: (korkarak) Kaçıp durduğunuz ölüm mutlaka gelip sizi bulacaktır. ...” (Cum’a S.8) mânâ-yı işarîsiyle (ince ve güzel bir şekilde) gösteriyor ki, firar edenler, kaçmalarıyla ölümü daha ziyade karşılıyorlar.” (Mektubat, 29. Mektup.)
Hasan KUTLUTAŞ
KORKU İLE İLGİLİ BİRKAÇ ATASÖZÜ,
- Adam adamdan korkmaz, utanır.
- Atın ürkeği, yiğidin korkağı.(yeğdir. ‘Her an tehlikeye hazırlıklı olma’ anlamında)
- Bir korkak bir orduyu bozar.
- Ölü koyun kurttan korkmaz.
- Korkan bezirgan, ne kar eder ne ziyan.
- Korkunun ecele faydası yoktur.
- Sen işten korkma, iş senden korksun.
- Suyun sessizinden, insanın sözsüzünden korkmalı.
- Korkulu rüya görmektense, uyanık yatmak evladır.
- Kork Allah’tan korkmayandan.
- Korkan Allah’tan korksun.
[1]() Fabl; İnsan dışı yaratıklar -çoğunlukla da hayvanlar- üzerinden, insanlara ders vermek amacını taşıyan bir edebiyat türüdür. En tanınmış örnekleri; M.Ö. 1. yy. Hint bilgesi Beydaba’nın ‘Kelile ve Dimne’si, 15.yy. Divan Edebiyatı şairimiz Şeyhi’nin ‘Harname’si, 17.yy. Fransız yazar ve şairi La Fontain’in ‘Masalları’dır.
[2](2) ‘Zaruret-i Hamse’; İslam dini, onurlu ve mükemmel bir yaşantı için beş temel esasın korunmasını zaruri (şart) görür. Dini literatürde ‘Zaruret-i Hamse’ denen -yasalar, devlet ve toplumca- korunması şart olan bu beş esas;
- (Her şeyin onunla kaim olduğu sağlık, can, yani) Hayat, 2. (Riayet edilmesi gerekli, Yaradanımız’ın öngördüğü kurallar, yani) Din, 3. (Dünya ve ahiret sorumluluklarını idrak melekesi, yani) Akıl,
- (Kutsal aile kurumunun korunması, güzel ahlak, yani) Nesil,
- (Ve hayatın idamesi için ihtiyaç olan) Mal’dır.
[3]() Hucumat-ı Sitte; İnsan ve cin taifesinden şeytanların, insanları aldatıp küfre sokmaları için kurduğu en önemli tuzaklardan altısını belirleyip, onları etkisiz bırakmak için, Üstat Bediüzzaman’ın kaleme aldığı bir makaledir. Bu altı tehlikeli tuzak şöyle sıralanmıştır;
1-Hubb-u cah (şan, şeref hırsı, kendini beğenme), 2- (Evhama dayalı yersiz) Korku, 3-Tama (Açgözlülük, doymazlık, aşırı mal düşkünlüğü), 4-Irkçılık (Milliyeti, milli değerleri inkar etmemeli, milleti için çalışmalı… ancak milliyet fikri, dinin koruyucusu zırhı olmalı, yerine geçmemeli… anlamında), 5-Enaniyet (benlik, hak ve hakikate kapalılık), 6-Tenperverlik (Rahata, zevk sefahata düşkünlük.)