MEVLANA CELALEDDİN RUMİ 21.12.2019 14:25:17

Anasayfa/ Makaleler

MEVLANA CELALEDDİN RUMİ

HAYATI:                                                                                                                                        

1207 yılında, bugünün Afganistan topraklarında olan Belh şehrinde doğmuş, 1273’te Konya’da vefat etmiştir. Asıl adı Celaleddin Muhammed, en yaygın ünvanı ise; Mevlana Celaleddin Rumi’dir.

‘Mevlana’; “Efendi”, “sahip ve dostumuz” demektir. “Romalı” anlamındaki ‘Rumi’ sıfatı ise, Mevlana’nın yaşadığı devire göre iki yüz sene evvelinden çoğunluğu Türkler’e geçmiş olmasına rağmen, o devirlerde Anadolu’nun ‘Diyar-ı Rum’ olarak anılıyor olmasındandır. Günümüzde bile bir bölgemize halen ‘Rumeli’ dediğimiz gibi.

Mevlana’nın babası, kendi devrinin önemli alimlerinden hatta ‘Sultanül-Ulema’ olarak anılan Bahaeddin Veled’, annesi ise Mümine Hatun’dur. Hicret yolunda karşılaştığı çeşitli alimlerden istifade etti ise de Mevlana’yı asıl yetiştiren, onun gerçek ve ilk hocası babasıdır.

Mevlana’nın etnik mensubiyeti zaman zaman mevzu olur. Bu konuda kendisi; ‘Hint-Avrupa dil grubuna dahil Farsça’yı kastederek-: “Gerçi Hintçe konuşuyorum, ama aslım Türk’tür” demiştir.

Mevlana ve ailesi, yaklaşan Moğol istilasından uzaklaşmak nedeniyle Belh’ten ayrılmışlar (1221); Nişapur (İran), Bağdat, -hac için- Medine Mekke, Kudüs Şam Halep, Malatya Erzincan Sivas Kayseri Niğde üzerinden Konya’ya gelmiştir. Ancak -bir rivayete göre Saltanatın başşehri Konya’dan ayrılarak- Karaman’a varıp oraya yerleşmişlerdir. 6-7 sene Karaman’da kaldıktan sonra, devrin Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat’ın daveti üzerine ilim ve sohbet mekanını Konya’ya taşımıştır.

1231 yılında Bahaeddin Veled vefat edince, Mevlana henüz 24 yaşında olmasına rağmen ders ve fetva verecek ilmi birikime sahip olduğundan dergahın başına geçti.

Babasından sonra, onun eski bir dostu olan Seyyit Burhaneddin Tirmizi Mevlana’yı tasavvufi bir terbiyeye tabi tuttu. 5 yıl süren bu eğitimden sonra Mevlana artık hem zahiri ve hem de batıni ilimlere sahip bir kişilikti.

ŞEMS-i TEBRİZİ İLE TANIŞMASI:

Mevlana 29-30 yaşlarında iken, kendisinin ‘Mevlana’ olmasına vesile olan Şems-i Tebrizi (Tebrizli Şems) Konya’ya gelip Mevlana ile tanıştı. Bu tanışıklık Mevlana’nın manevi dünyasını -adeta- değiştirdi. Mevlana’daki ‘şairlik’ yeteneği ortaya çıktı. Öyle ki başka nice şairleri etkileyen, İslam aleminin en büyük şairlerinden birisi oldu.

Daha önce gece gündüz ibadet eden ve din ilimleri okutan Mevlana, Şems’le tanıştıktan sonra köklü görüş değişiklikleri gösterir oldu; “Her şeyden önemlisi insanların gönlüne girmek ve insanın kendini tanımasıdır. İbadetlerde sadece şekil ve tarzı değil gayeyi de gözetmeliyiz. Hz. Peygamberin (sav) en küçük bir sözü bile, hiçbir şeyle değiştirilemez, ancak bir kamil mürşide uyarak ve Allah (cc) aşkı ile gerçeğe ulaşılabilir. Bilgi gaye değil vasıtadır...” demeye başlar. Artık o; bütün dini bilgilere vakıf olmanın yanında coşkun bir ilahi aşkla şiirler yazan, tasavvufi mertebelerde yükselen, sema, raks ve müziğe alaka gösteren farklı bir şahsiyet olmuştur.

Bu köklü değişiklikler ve hemen bütün zamanını Şems ile sohbetlere tahsis eder olması, eski çevresini rahatsız etti. Artık Şems, uzaklaştırılması gereken ‘istenmeyen adam’ olmuştu. Böyle bir safhada, bir daha görülmemek üzere Şems kayboluverdi. Şems’in sohbetlerinden mahrum kalan Mevlana bir süre bocaladı. Onu bulma ümidiyle iki sefer Şam’a gitti. Bir süre sonra onu bir daha göremeyeceği gerçeğini kabullendi, duruldu, hayatının yeni bir evresine geçti.

O ‘bunalımdan çıkış safhasında’ Konyalı bir sufi olan Kuyumcu Selahaddin devreye girdi; Onun sohbetleri, Mevlana’daki aşırı duygusal coşkunluğu mutedil bir temkine kavuşturdu. Sufi Selahaddin’in vefatından sonra ise Mevlana’nın en yakın dostu Çelebi Hüsameddin oldu. Aşk ve cezbe aleminden mutedil olgun bir arifliğe ulaşmış olan Mevlana’yı Çelebi Hüsameddin de; “Kemalinden alemi, insanları aydınlatmaya, derunundakileri yazıya dökmeye” yönlendirdi. Mevlana da; “Sen yazarsan ben söylerim” diye başladığı Mesnevi’sini vefatından az önce bitirebilmiştir.

17 Aralık 1273’te vefat ettiğinde cenazesine her din ve meşrepten katılanlar oldu. Artık her evde, her mecliste onun söz ve fiilleri terennüm edilir, onun hatırasına hürmeten sema meclisleri düzenlenir oldu.

Vefatından sonra postuna Çelebi Hüsameddin layık görüldü. 1284’te o da vefat edince bu defa Mevlana’nın oğlu Sultan Veled dergahın başına geçti. Mevleviliği sistemli bir tarikat haline getiren Sultan Veled olmuştur. Keza, Mevlana’nın harici etkilere bağlı olmaksızın, vecd halinin bir tezahürü olarak yaptığı dönmeleri (sema), Sultan Veled zamanında usul ve kaidelere bağlanıp bir ayin şekline getirilmiştir.

ESERLERİ:

1-Mesnevi: İçinde 25 000’i aşkın beyit bulunan, düşünce ve tespitlerini anlattığı en önemli eseridir. (‘Mesnevi’ beyitlerden müteşekkil, uzun manzum eser, ‘Beyit’ ise, ‘kendi içinde kafiyeli iki mısra’ demektir.)

2-Divan-ı Kebir: İlahi aşk ve çeşitli konuların işlendiği, 50  bine yakın beyit ihtiva eden bir eseridir.

3-Fihi-Ma-Fih: Not edilen sohbetlerini içerir.

4- Mektubat: Devlet büyüklerine ve dostlarına yazdığı, onlara çeşitli görüşlerini aktardığı 147 adet mektuptan müteşekkildir.

 MEVLANA’NIN ŞAHSİYETİ-ETKİLERİ:

Mevlana henüz hayatta iken bile, Anadolu’nun dışında İran Pakistan ve Hindistan’da da nice insanları etkilemiş, sevenleri çoğalmıştır. O sadece tasavvuf ehli çevrelerin değil, bütün inanç ve sosyal katmanları etkileyen müstesna bir şahsiyettir. Günümüzde ise, vefatının üzerinden sekiz asra yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen bütün dünyada -özellikle Avrupa ve Amerika’da- kendisine karşı gittikçe artan bir ilgi söz konusudur. Sevenleri ilgi duyanları arasında; bağlıları haricinde hemen her din ve meşrepten olanların yanında iman ve Allah anlayışı, gönül ve zihin dünyası çalkantılı nice insanlara rastlanır. ‘Sevgi sunan’ dünyasına yaklaşanlar için Mevlana, bir teselli bir huzur kaynağı olmaya devam etmekte olup, ondan aldığı ilhamla niceleri imana gelmekte veya iman tazelemektedir.

Mevlana, çeşitli kişilerce çeşitli tariflerle anılsa da o ‘sünni inanç esaslarına bağlı kamil bir mümin ve büyük bir İslam alimidir.’  Bir rubaisinde dile getirdiği şu sözler ona aittir:                                                                                                 

“Canım tenimde oldukça Kur’an’ın kölesiyim.                                                                                                                                    Muhammed Mustafa yolunun toprağıyım.                                                                                                                 Kim benden, bundan başka bir söz naklederse,                                                                                           Ondan da, söylediklerinden de şikayetçi olurum.”

(Dikkat edildiğinde, eleştirilen konuların hemen tamamı, Mevlana’dan sonraki dönemlerde ortaya çıkan uygulamalara dayanmaktadır. Bu yönüyle, Hz. Mevlana’nın yukarıdaki sözleri, açıkça bir ‘keramet’ ifadesidir.)

İlim ehli, asaletli bir ailede yetişmiş alması, hafızası, deha derecesindeki zekası, ifade kudreti, coşkun duygusallığı, seri ve verimli bir yazma yeteneğine sahip olması... onun şahsiyetini oluşturan etkenlerdir.

Mevlana, mütevazi kişiliğe sahip birisi olarak halkın içinde yaşamayı tercih etmiştir. Toplumun her kademesinden olanların yanında, sevenlerinin, sohbetine katılanların çoğu orta tabaka insanlardı. Yerine göre, saltanat sahiplerini en cesur bir şekilde eleştirmekten çekinmezdi.

Mevlana kendisini şair saymıyordu. Şiiri; “ilmini, hikmetini, ruhani zevklerini, ilahi hakikatleri... insanları gafletten uyandırmak, ufuklarını açıp iman ferahlığına ulaştırmaya vesile olmak için...” söylüyordu.

1243 yılından itibaren Anadolu’nun birçok bölgesi gibi Mevlana’nı yaşadığı Konya da Moğollar’ın hakimiyetine girmişti. Moğollar yavaş yavaş İslamiyeti benimseseler de genellikle dini bilgi ve taassuptan uzak idiler. Dolayısıyla, dini konularda kimin ne söylediği ile pek ilgileri yoktu. İşte bu ortamda, Mevlana herhangi bir idari baskı ile karşılaşmadan, çok sıra dışı, -bazı kişi ve çevreleri rahatsız edecek nitelikte- sözler söyledi yazdı, hareketler sergiledi. Bu söz ve tavırlarına rağmen Mevlana -hayatta iken de vefatından sonra da- hemen her kesimden halkın saygısına sevgisine mazhar olmuştur. Onun güçlü ilmine, derin samimiyetine, coşkun kişiliğine güvenilmesi, meşrebindeki -anlaşılan veya anlaşılamayan - sembolik ifade ve iberelerin bulunduğunun bilinmesi... bu büyük saygı ve sevgi halesinin oluşmasında etken olmuştur.

Günümüzde de ‘Mevlevi Semaları’nın caiziyeti, bazen gündeme gelen konulardan birisidir. Ama sonuçta kimse, ‘Kur’an ve hadislerle bağdaştırarak’ bu semaların savunmasını yapmıyor. ‘Sema’nın, Mevlana’nın duygularının coştuğu bazı anlarda -mesela; Bakırcılar Çarşısı’ndan geçerken, ustaların çekiç tıkırtılarında bile Allah’ı anma, zikretme manası çıkartıp, çarşının ortasında dönmeye başlaması...- gibi hallerinin hatırasına binaen, oğlu Sultan Veled tarafından usul ve kuralları belirlenerek, bir ayin ritüeli haline getirildiği kabul edilir ve öylece değerlendirilir.

Hasan KUTLUTAŞ

Editöre Yazın