MEVLANA'YA GÖRE; İMAN VE AHLAK 05.05.2019 14:15:49

Anasayfa/ Makaleler

MEVLANA’ya Göre; İMAN VE AHLAK

İman denen olgu, sadece dile ya da kalbe hapsedilebilecek bir şey değildir. İmanı, kişiyi yönlendiren temel mekanizma olarak sunan Kur’an’a göre; hayatın tüm safhalarında kendini gösteren, bütün tutum ve davranışlarda varlığını hissettiren bir realitedir. İman, neyle ilgiliyse ona göre şekillenen soyut bir şeydir: Verilen nimetle ilgili olduğu zaman, kendini şükür olarak gösteren iman, mikro ve makro alemdeki ilahi deliller söz konusu olduğunda tefekkür ve nazar olarak; dinin emir ve yasakları söz konusu olduğunda, itaat, ittiba, inkiyad ve teslimiyet olarak; bu ilkelerin çiğnenmesi durumunda tövbe ve inabe olarak; hayatın zor devrelerinde sabır ve tevekkül olarak; sosyal ilişkilerde  tevazu ve ağırbaşlılık olarak; hukuki ilişkilerde güvenilirlik, adalet ve hakkaniyet olarak; din düşmanlarıyla ilşkilerde bera, buğuz ve mücadele olarak; dini kutsallara ve müminlere karşı muhabbet, müveddet ve rıza olarak ortaya çıkar.

Bu vesileyle Mevlana’nın ahlaki öğütlerinden bir demet sunmak isteriz.

İman ruhunu padişaha, aklı ve hevayı (nefsi) da iyi ve kötü iki vezire benzeten Mevlana, nefsi putların anası olarak tasvir eder; “çünkü maddi putlar yılansa bu bu manevi put ejderhadır... (Maddi) putu kırmak kolay, gayet kolaydır, ama nefsi kolay görmek cahilliktir. Ey oğul, nefsin misal ve suretini görmek istersen, ‘yedi kapılı cehennem’ kıssasını oku.

Yüce Allah’a ulaşmak yolunda insana ayak bağı olan en önemli karakter zaafları; hırs, açgözlülük, oburluk, ölümsüzlük, beka tamahı, kibir, şehvet ve hiddettir. Tene ait bu huyları “Hz. İbrahim’in kestiği kuşlar’a[1] benzeten Mevlana -ilgili ayete bir yorum getirerek- şöyle der: “Ey idraki güneşe benzeyen! Sen vaktin Halil’isin. Bu yol kesen dört kuşu öldür. Çünkü bunların her biri, karga gibi, akıllıların akıl gözlerini oyar, çıkarır...Halkın ebedi dirliğini istersen, bu dört şom ve kötü kuşun başını kes ve hırs kazından başlayarak tavus benliğini kaldırıp at; ebedilik kuzgununu gönlünden çıkar ve şehvet horozunu kes.

Öncelikle hırs kazını kes, yani oburluk ve açgözlülüğü bırak, hiçbir şeye (dünya malına) gönül bağlama. Çünkü hırs insanı kör, ahmak eder; bilgisiz bir hale sokar, (sağlığından eder) ölümü kolaylaştırır.

İkinci olarak; tavus benliğini (enaniyetini) kaldırıp at. -Malum tavus güzelim kanatları ve endamıyla ünlüdür- Kazın hırsı bir ise, tavusun benliği tam elli kat fazladır. Arzu hırsı yılandır, mevki hırsı ejderha, kaz hırsı boğaz ve cima arzusundan kaynaklanır; fakat baş olma hırsında bu arzuların tam yirmi tanesi toplanmıştır. Mevki sahibi mevkii yüzünden Tanrılık bile taslar; O’nunla ortaklık kuramaya kalkar. O halde nasıl affedilebilir? Zaten, ’şeytanlık’ lügatte ‘baş çekme’ demektir. Arap, başına buyruk ata ‘şeytan’ dedi, yazıda yayılan ata değil.

Varlığın, insanı adamakıllı sarhoş ettiğini belirten Mevlana’ya göre, “kibrin aslı ‘iç’ten haberdar olmamaktır. Kibir, derinin (insanın dış yapısının) bir sonucudur, mal ve mevki de kibrin dadılarıdır.”

Mevlana, varlık ve benliği ağaca benzeterek, ağacın tepesinden ve altından nesnelerin farklı farklı görüneceğini belirterek şöyle der: “Armut ağacından in de yürümeye koyul. Senin gözün de kamaşmış, yüzün de. Bu varlıkla kaldıkça gözün şaşı olur, olmayacak şeyler görürsün, fakat ağaçtan indin mi, düşüncede de bir eğrilik, sapıklık kalmaz gözde de sözde de. O vakit, bu ağacı dalları yedinci kat göğe kadar yücelmiş büyük bir devlet ağacı olmuş görürsün... Bu aşağıya inme, bu tevazu yüzünden Allah, gözüne doğru bir görüş kabiliyeti verir.

Zaten, “insanın alçakgönüllülüğü, ondaki cevherden ileri gelir. Hani, üzerinde pek çok meyve bulunan bir dal aşağıya doğru eğiliyorken, meyvesiz dal -servi ağacı gibi- dimdik durur ya, aynen öyle. Peygamber çok alçakgönüllüydü; çünkü her iki alemin meyveleri de onda toplanmıştı.

Üçüncü olarak; ebedilik kuzgununu gönlünden çıkar. “Kendine gel ey kuzgun! Kendine gel de şu canı ver, doğan kuşu ol. Allah’ın halden hale döndürmesi karşısında canınla, başınla oyna.

Dördüncü olarak; şehvet horozunu kes! Çünkü o, çirkinleri güzel gösterir. İlim ve irfan yolundakiler için, yol afetleri arasında şehvetten beteri yoktur. Şehvet yüz binlerce iyi adı kötüye çıkarmıştır; yüz binlerce akıl-fikir sahibi adamı şaşkına çevirmiştir. Bir eşeği bile Mısır Yusuf’u gibi güzel gösterdikten sonra o Çıfıt, bir Yusuf’u nasıl gösterir? Şehvete kul olan, öyle bir kuyuya düşmüştür ki bu kuyu onun kendi suçudur; burada ne cebir ne de cevir söz konusudur. Böyle biri, Allah’ın indinde köle ve esirlerden daha beterdir ve Allah’ın özel bir inayeti olmadıkça da bu kulluktan kurtulamaz. Kendi kendisini öyle bir kuyuya atmıştır ki o kuyunun dibine ulaşacak ip yoktur. Şehvete kul olan tatlı dirilir, acı ölür.

İnsanı Cehenneme sürükleyen temel karakter zaaflarından biri de hasettir. İblis Hz Adem’e kibirle karışık haset ettiği için secde edememiş ve ilahi lanete uğramış. Abu Cehil’ler Velid bin Muğire’ler Hz. Peygamber’e haset ettikleri için gerçeği kabullenememiştir.

Öte yandan, birini ilmiyle, güzelliğiyle, letafetiyle, cesaretiyle... methedip ululamak ona yapılmış en büyük kötülüklerden biridir; “çünkü o övgü dolu sözler insanın gönlüne işleyip, zamanla onu tesiri altına alır; bu sözlerden dolayı kişinin gönlüne aldatıcı bir ululuk hissi gelir. (Halk kime böyle perestiş ederse, onu zehirliyor demektir.)” -Nitekim nefsin firavunlaşmasının sebebi çok övülmesidir.- Mevlana halkın perestişinden adeta sarhoş olan bu bedbahtlara der ki: “Halkın seni övmesini, sana yaltaklanmasını, onların tatlı ve kandırıcı sözlerini alıyor, altın gibi cebine indiriyorsun! Sana padişahların (kamil velilerin) sövmesi, vurması sapıkların övmesinden daha iyidir. Padişahların tokadını ye de aşağılık kişilerin balını yeme. Bu suretle, er olanların ikbali sayesinde sen de er ol.”

Birini methetmek onu zehirlemek anlamına geldiği gibi, ayıplarını araştırıp ortaya çıkarmak, yani tecessüs ve gıybet de o kişinin “leş”ini yemekle eş anlamlıdır. Mevlana bu tiplere şöyle seslenir: “Ey diken arayan! Cennete gitsen bile, orada kendinden başka bir diken göremezsin.”

“Ne mutlu o insana ki, kendi ayıbını görür. Kim birisinin ayıbını görürse, o alınır, o ayıbı kendisinde bulur.”

Bütün bunların üstesinden gelmeye çalışırken, şüphesiz çeşitli sıkıntılarla karşılaşacaktır. Bu durumda, insana gereken sabr-ı cemildir. “Ağrı, sızı ve hastalık hazinedir; rahmetler ondadır. Deri yırtıldı mı iç temizlenir... Baharlar güz mevsiminde gizlidir; güz de baharda. Kaçma ondan, gama yoldaş ol, vahşetle ünsiyet kesbet (kötülüklere karşı dayanıklı ol), ölümünden (ziyade) uzun bir ömür isteyip dur.” Diyen Mevlana, bir yerde, bedenin sıhhatini canın hastalığı olarak tasvir etmiştir. Kaldı ki; “Cennet, hoşumuza gitmeyen şeylerle kaplanmış, cehennemin yolu da zevk aldığı şeylerle döşenmiştir. İşte, ateşin aslı yaş ağaç olduğu gibi, dünyada nefse ağır gelen şeyleri ifa ederek bir nevi ateşte yanmış olanlar, orada Kevser’e ulaşmış olacaklardır.”

Ademoğlu’nun “dilinin altında gizli” olduğunu belirten Mevlana, insanın rahatı, dilini korumasındadır” der.

Kulluğun başı; “Allah’ın emrine tazim, Allah’ın yarattığına da şefkattir.”

Bu söz, Mevlana ve sufilerin hoşgörü ilkelerini ve de; Allah’ın Kur’an’da bildirdiği yüksek prensiplere saygı ve yine Allah’ın başta insan olmak üzere yaratıp dünyaya yaydığı “bütün mahlukata” sevgiyi... ilahi emaneti yüklenerek, “halife” olmanın (Azhab S./73- Bakara S./30) getirdiği sorumluluk bilinciyle -sadece insana değil- çevremizde ne varsa hepsini Allah’ın emaneti olarak algılamak ve karaya, havaya, denize tüm tabiata şefkatle davranabilmeyi... hatırlatır.

Bu iki esasa (yukarıdaki, ‘kulluğun başı’ ilkelerine) dayanmayan, bunları birbirinden ayıran ya da birine diğerinden fazla önem veren bir dindarlık algısı eksiktir. Çünkü Allah’ın ‘din’ adı altında gönderdiği ahlaki, itikadi, hukuki ilkeler; emir-yasak ve tavsiyeler, O’nun için değil bizler içindir; bizim yararımızadır. Allah’ın emrine saygısı olmayanlar, mahlukata karşı da sorumlu davranamazlar. Buna karşılık, mahlukata sevgi ve şefkatle yaklaşabilen kanaat önderleri, yöneticiler ve din adamları ‘insanı ezen, zorlayan, zora sokan’ yorumlara kaymayabilirler. Dolayısıyla, “doğru yolda gittiği” iddiasını taşıyan herkes, hem hakkı hem de halk edilmişleri gözetmek durumundadır.

Bu ilkenin mahlukatla ilgili kısmı daha çok insandaki ‘ötekileştirme duygusuyla’ ilgilidir. İnsanoğlu, başka insanları, ya inanç ya da cinsiyet farklılığından dolayı ötekileştirmeye meyyaldir. Bu hususları önemseyen Mevlana’nın, insana -özellikle başka inançlara mensup olanlara- ve kadına bakışla ilgili önemli tespit ve tavsiyeleri olmuştur.

NOT: Bu makale, Murat Sülün’ün ‘Abideleri Ve Günümüze Mesajlarıyla Diyar-ı Mevlana -2007’ isimli eserinden alınmıştır.

 

[1]()  Hz. İbrahim, ölüm sonrası dirilişe olan imanını itminan seviyesine çıkarmak isteyince, yüce Allah’tan ölüleri nasıl dirilteceğini kendisine göstermesini ister. Allah da ona dört kuş alıp bunları kesmesini, sonra da bunları kesip parçalayıp kanlarını, tüylerini, gagalarını vs. iyice birbirine karıştırıp her tepeye bir parça koymasını, sonra da kuşları kendisine çağırmasını ister. Koşa koşa ona geleceklerdir. (Bakara suresi/260)

 

Editöre Yazın